“Tırnak İçinde Hizmetçiler” Oyun İncelemesi

Selam! Bugün sizlerle “Tırnak İçinde Hizmetçiler” isimli tiyatro oyunu hakkında hoşbeş etmeyi planlıyorum. Ancak daha evvelki yazılarıma denk gelmiş müdavim okuyucularımızın bildiği üzere, oyunun içeriğinden önce oyunu izlediğim yeri değerlendireceğim. Dostlarım tahmin edileceği üzere tez elden, içerikten bile evvel yer değerlendirmesi yapıyor oluşum alelade bir tesadüf değil. Zira küçük bir örnek üzerinden gidecek olursam, eleştirmenlerden tam not alan ve “incredible, incredible” nidaları ile ayakta alkışlanan, sanat camiasının diline pelesenk olmuş, ülkedeki tüm Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin kilise korosu gibi hep bir ağızdan “abi çok iyi oyun yeaaaaa” dediği bir tiyatro oyununu ele alalım. Hatta bu oyun öylesine iyi olsun ki, biletler satışa çıktığı anda, Lale Kartlılara peşkeş çekilen koltuklardan arta kalan koltukları 3 dakika içinde (bkz. Profesyonel) kapışılsın. İşte güzelliği dillere destan olan bu oyunu ses sistemi kötü bir salonda ya da adeta hiçbir izleyicinin sahneyi doğru düzgün görmemesi üzerine ant içilerek dizilmiş koltuklarda izlerseniz yahut kategori usulü satılan koltukların ilk iki kategorisindeki burjuva olanlarından satın almak size nasip olmamışsa (yok bir sitemim, hayatta her şey kısmet mi Özcan Deniz?) vay halinize! İşte benim yıllar yılı ceremesini çektiğim, oyunlardan hayal kırıklığıyla dönmeme sebep olan koltuk problemini, ben çektim ama “İleri Geri Dergi” okuyucularımız çekmesin” diyerek hemen her yazımda değerlendirmeye özen gösteriyorum. Kayıtlara geçsin lütfen.

Tırnak İçinde Hizmetçiler
Dotormanda

Bu upuzun ve ağdalı olunca her şeyi sanat addeden Servet-i Fünun edebiyatçısı girişimden sonra “Tırnak İçinde Hizmetçiler” oyununu Kemerburgaz Kent Ormanı’nda izlediğimi söyleyerek esas konuya nihayet giriş yapıyorum (şurada bir Darth Vader giriş müziği olaydı vay!). Oyun, Dotormanda ekibinin ormanın girişinden yaklaşık 2,5 km kadar içeride hazırladığı bir tiyatro alanında oynanıyordu ama önce, pek tabii müsaadenizle, bu kutsal sahneye giden yolda çektiğimiz çilelerden söz etmek isterim. İlk başta söyleyeceğim şey, oyuna geç kalmamak için mutlaka ama mutlaka mekâna erken gitmeniz. Zira alana arabayla ulaşacak olsanız bile oldukça içeride kalan bu yeri tarif eden tabelalar yeterli miktarda değil, akşamın ilerleyen saatlerinde de ışık yeterli değil, hele yürüyecekseniz yaklaşık 1 saatinizi alabilir. Gidiş yolunda bir zamandan sonra Sanat Köyü tabelaları sizi terk ettiği için, Dotormanda ekibinin pembe afişlerini işaret kabul ederek yola devam ediyorsunuz ki bu kısım tam bir meçhule giden yol. Tam bu esnada “acaba doğru yolda mıyım?”, “şu an bir hiçliğe, bilinmezliğe doğru mu ilerliyorum ya da acılara yürüyor ve korkmuyor muyum Allah’ım” soruları beyninize hücum ederken sebat ederseniz, alana ulaşıyorsunuz, ha gayret dostlarım!

Piknikçilerin haricinde tiyatro izlemeye geldiği her halinden belli o akşamlık arkadaşlarımızı gördüğünüzde, alana zamanında ulaşmanın verdiği rahatlıkla (tiyatroyu arayıp, biz yetişemedik de yauvv, oyunu bizi biraz bekler misiniz demiyoruz, değil mi?) giriş yapıyorsunuz. Alana girişte ise ekip, teker teker, atlamadan HES kodlarını sorguluyor. Bu yerinde önlem, oyunu açık alanda izliyor olmanıza ek olarak “sağımda solumda Covidli birey var mı acaba, çaprazdaki sakallı az evvel öksürdüydü” şeklindeki kuruntularınızı büyük ölçüde gideriyor. İçeri girdiğinizde ise ormanın zeminine yerleştirilmiş olarak oyun dekorunu ve dekoru 360 derece çevreleyen, iki sıra halinde dizilmiş kamp sandalyelerini görüyorsunuz. Bu sandalyeler her ne kadar öndeki iki sandalyenin arasına ikinci sıradaki sandalye gelecek şekilde yerleştirilmiş ise de maalesef oyun esnasındaki birtakım sıkıntıları gidermiyor. Çünkü bu küçük hamle, önümüzdeki insanın geniş omuzlu ve uzun boylu olması gibi sebeplerle ama her şeyden önce tabii ki amfi dizilimi olmadığından, oyuncuların oturarak veya yerde oynadıkları sahnelerde jest ve mimiklerini, hareketlerini görememenize ve kaçırmanıza sebep oluyor. Bazen idare edilir olan bu durum yer yer, havalimanında Justin Bieber’i görmeye giden genç kızlar gibi büyük bir çaba ve özveri ile oyuncuları görme çabasına dönüşüyor.  İşte bu nedenle ne yapın edin, erken gidin demekteyim. 

Ormanda tiyatro izlemenin hiç iyi bir yanı yok muydu diyecek olursanız adalet duygum beni dürttüğü için “var elbet!” diyerek hemen saymaya koyulacağım. Oyunun açık havada oynanması her ne kadar oyuncuları biraz zorlasa da izleyicilere farklı ve keyifli bir seyir deneyimi sunduğu su götürmez bir gerçek. Etrafınızda uzun uzun ağaçlar, bol oksijen, lacivert mi lacivert bir gökyüzü ve o akşam sizin bahtınıza düşen şekliyle ay, oyun boyunca size eşlik ediyor. Bununla beraber alanın içindeki küçük kafeden filtre kahve ve havuçlu kek de aldınız mı, değmeyin keyfinize! Dostlarım birkaç türü hariç, hiçbir salon tiyatrosunda yaşayamayacağınız türden bir deneyim bu.

Haydi artık rollerini Nezaket Erden ve Pınar Güntürkün’ün paylaştığı “Tırnak İçinde Hizmetçiler” oyununun konusundan başlayarak, yavaş yavaş içine doğru yol alalım.

Oyunun konusunu direkt tiyatrolar.com.tr den alıntılayacak olursam;

“Günümüz dünyasında geçen özgün bir oyun olan “Tırnak İçinde Hizmetçiler” merkezine bir evdeki iki ‘’hizmetçi’’yi alır. Bu iki kadın kim olduklarını bilemeyecek hale geldikleri bir oyunu sürdürmeye devam ederken, kaçmak istedikleri kendileri ile yüzleşmek zorunda kalırlar. Bu yüzleşmeye sebep veren belirsizliğin içinde tek sığınakları, tekinsizce oyun oynamaya devam etmektir…”

Tırnak İçinde Hizmetçiler
Solda Nezaket Erden sağda Pınar Güntürkün

Şimdi hem konuyu hem de oyunu değerlendireceğim, yazımın ikinci bölümüne geçelim dilerseniz (sanki misafirleri salona davet ediyor, ne bu tavırlar?). Dostlarım biz oyunun başında Solange ve Claire isimli, hizmetçilik yapan iki kız kardeş ile tanışıyoruz ama kardeş olduklarından henüz haberdar değiliz. Bununla beraber “hanımefendiyi öldürmek” isimli bir oyun oynadıklarını sonradan öğrendiğimiz bu ikilide baştan beri bir tür gariplik seziyor, bir hanımefendi ile hizmetçi arasında olması gereken sınır ve hiyerarşinin olmadığının farkına varıyoruz. Zamanla Solange ve Claire’in hanımefendileri ile ilgili oynadıkları korkunç oyuna ve iki kız kardeş arasında, hatta zaman zaman tüm bu olanlardan habersiz hanımefendiyi üçüncü bir özne olarak kattıkları tartışmalara tanıklık ediyoruz. Bu tartışmalar esnasında alt sınıf- üst sınıf, varsıl- yoksul, minnet- öfke gibi çatışmaları, arzu nesnesi olarak zenginlik ve statü, onlara sahip olma hayali kuran ancak muhtemeldir hayatının sonuna dek yanından geçemeyecek iki kişinin tartışmalarını dinliyoruz. Üst sınıf ile alt sınıf, işveren ile işçi gibi hiyerarşik ilişkilerin bulunduğu yerde love- hate ilişkisi vardır dostlarım. Bazıları hayatımızı idame ettirmemiz için gerekli parayı bize sunan bu kişilere minnet duyar bazıları ise onların yerinde olmadığı içten içe öfke besler. İşte bu ilişki, bu güzel detay Solange ve Claire’in tartışmalarında öyle güzel irdelenmişti ki küçük de olsa bahsetmeden geçemedim. Ve alt sınıfın, üst sınıfın övgülerine mazhar olmaya çalışma çabası ve bu çabanın sonunda elde etmeyi umduğu payenin, alt sınıflar arasında ayrıcalıklı bir yere sahip olma gayretini görmek çok etkileyici (bkz. hanımefendi/ beyfendi bana canım dedi, ismimin sonuna samimiyet ifadesi ekledi sahneleri). Bununla beraber kolyenin boyunda unutulması ile yaşanan telaş, tüm gerçekliğiyle iki kutup arasındaki farkı önümüze serdi. Hiziplerin çatışmasını ve bir tarafın diğerine karşı güçsüzlüğünü ifade eden bu kolyenin, belki hanımefendinin yokluğunu bile fark etmeyeceği bu kolyenin, nefis bir detay olduğunu düşünüyorum.

Tüm oyunun bundan ibaret olduğunu ve bendenizin yazısının sonuna yaklaştığını düşündüyseniz, yanıldınız. Zira biz “e oyun tıkandı sanırım, şimdi ne olacak?” diye düşünürken pat diye bir şey oluyor. Biz Solange ve Claire’in İpek ve Bahar isminde iki tiyatrocu arkadaşın oyunu olduğunu anlıyoruz, sizin anlayacağınız baştan beri izlediğimiz her şey oyunun içinde bir oyunmuş! Hanımefendiyi öldürmek oyununu oynayan Solange ve Claire, Solange ve Claire karakterini oynayan İpek ve Bahar ve elbette son olarak tüm bu oyunu oynayan Nezaket Erden ve Pınar Güntürkün! Peki Solange- Claire- Hanımefendi üçlüsü ile İpek- Bahar- Yıldız üçlüsü arasında hiç mi bir benzerlik yok? Olmaz mı efendim hiç, hem de fazlasıyla! Ancak bunu size anlatabilmek için bir cümle ile Yıldız’dan bahsetmem gerek. Dostlarım İpek ve Bahar’ın ev kiralarını ödeyen, onlardan daha rahat bir yaşam süren ve işleri patlayan, TV’ye de iş yapan kişi Yıldız. İpek ve Bahar’ın Yıldız ile ilişkileri, onun hakkındaki konuşmaları ve ona karşı hissettikleri özellikle minnet- öfke ekseninde değerlendirildiğinde, fark ettiğiniz üzere Solange- Claire ve Hanımefendi üçlüsü ile aynı. İpek ve Bahar, neredeyse tüm umutlarını bağladıkları tiyatro oyunlarında canlandırdıkları Solange ve Claire karakteri ile yer yer, hatta belki de çoğunlukla kendilerini oynamaktadırlar. İşte bu sebeple oyundaki bazı anlarda gerçek ve oyun karışmakta, eleştirilerin hedefinin oyundaki hizmetçiler mi yoksa birbirleri mi olduğu konusunda emin olmak güçleşmektedir.

Evet dostlarım oyun hakkındaki son görüşlerimi toparlayacak ve sonra da sizlere veda edeceğim. Öncelikle en sevdiğim sahnelerden birinin İpek ve Bahar’ın bir TV programında gibi oynadıkları sahnedeki yüzleşme diyebilirim. Oyunla ilgili diğer bayıldığım şey ise oyunun böyle bir iddiası olduğunu düşünmememe karşın, oldukça komik replikler barındırmasıydı. Bu replikler ekseriyetle Nezaket Hanım’ın replikleri ile seyirciye oldukça etkili biçimde aksettirildi. Bilirsiniz ki mizahın iyi olması seyirciyi güldürmek için de yetmez. Mizahın zor ve en önemli yanlarından biri komik olan ögeyi, komik biçimde verebilmektir. İşte Nezaket Hanım bunu çok iyi başarıyor ve bunun sonucunda reaksiyonunu da izleyiciden kahkahalarla almayı biliyor.

Oyunla ilgili göz ardı edilemeyecek bir diğer husus ise Nezaket Erden ve Pınar Güntürkün’ün oyun boyunca ciddi bir efor sarf etmeleri. Zira açık alanda oynamak onlara her zaman kolaylık sağlamadı. Örneğin; ikili oyunlarını oynamaya devam ederken, o esnada mikrofonun bozulan konumunu düzeltmek, hoparlörlere yaklaştıklarında gerçekleşen çınlamayı durdurmak, ışık açık havanın getirdiği ufak tefek aksiliklerle uğraşmak durumunda kaldılar.

Belirtmem gerekir ki dostlarım bu oyun hakkında karmaşık duygulara sahibim. Ağırlıklı olarak beğendim bir oyun olmasına rağmen son bir olumsuzluğa değinmeden yazımı sonlandıramayacağım. “Tırnak İçinde Hizmetçiler” internette yazılanlara göre tek perde 85- 95 dakika arasında bir süreye sahipmiş. Ancak biz tek perde iki saate yakın bir oyun izledik. Oyunun uzun olması elbette sorun değil ancak ikilinin tartışma sahneleri ile başka birtakım sahneleri doğaçlayarak uzatmaları bizi biraz sıktı. Buradaki sorun doğaçlama yapmak değil, doğaçlama yapılan yerlerin sahneyi kaliteli biçimde uzatmaması, bu anlarda sık sık tekrara düşülmesi ve doğaçlama yapılan alanı genişletmemesiydi. Kendi içinde sıklıkla kendini tekrar eden bir oyunda, doğaçlama esnasında da aynı konu ve söylemler etrafında dönüp dolaşılması seyirci olarak bende sıkılmaya sebep oldu. Tam da bu nedenle eğer 85-95 dakika arasında bitseydi 7.8-8 civarında vereceğim bu oyun, benim için 7.3 ila 7.5 bandında kaldı.

Evet dostlar, ben tiyatroları dört gruba ayırırım: Mutlaka gidilmesi gereken iyi oyunlar, gidilmese de olur ama gidilse ne iyi oyunları, gidilse de olur gidilmese de oyunlar ve tabii gidilmemesi gereken oyunlar. “Tırnak İçinde Hizmetçiler” oyununu bu dört grup içerisinde rahatlıkla “gidilmese olur ama gidilse ne iyi olur” grubunda değerlendirebilirim.

Son Söz

Malumunuz tiyatrolar pandemi süresince 1- 1,5 yıl kadar kapalı kaldılar ve maalesef bu sırada yeterli desteği göremediler. Hatta ne yazık ki bazıları kapılarını biz seyircilerine kapatmak zorunda kaldı. Bütçe ayırabilecek olanlarınız varsa hem güzel ve keyifli bir akşam geçirmek hem de sanatçılarımıza destek olmak için tiyatrodan daha iyi pek az seçenek vardır diye düşünüyorum.

Bu haftaki yazımın sonuna geldim. Kalın sağlıcakla.

Yazı: Yağmur Sevindik

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir