MEŞHUR KAVUK MESELESİ
Kavuk mu pişekar takkesi mi olduğu şüpheli, dönem dönem alevlenen tartışmalara sahne olan, son zamanların en çok konuşulan hatta belki biraz magazinleştirilen konusu Dümbüllü Kavuğu sonunda törenle Şevket Çoruh’a devredildi.
Kavuğun hareketli geçmişine göz atacak olursak, bir tarafta kendisine kavuğun devri konusunda yapılan baskılar sonunda ‘’vallahi devredeceğim, ben de istiyorum ama verecek insan bulamıyorum’’ şeklindeki açıklama yapmak zorunda kalan Ferhan Şensoy ve ‘’kavuk zaten benim dolabımda duruyor’’ minvalinde konuşması ile hepimizi ters köşe yapan Derya Baykal var. Diğer tarafta ise ‘’yahu ne alakası var, kavuk hala bizim ailemizde, devredilen pişekar takkesi’’ diyerek zaten hayli karışık olan kafaları daha da bulandıran söylemlerde bulunan Dümbüllü’nün kızları mevcut. Tekin Deniz tarafından yakın zamanda ortaya atılan başka bir iddia ise Münir Özkul’u koptuğu sahneye geri döndürmek için kavuğun değil, bir pişekar nişanesinin verilmiş olduğu. İşin aslını bir süre daha (belki de sonsuza dek, ben inancımı yitirdim) öğrenemeyeceğiz gibi görünüyor.
Peki, kavuk ve temsil ettikleri üzerine bir an için düşünelim. Kavuğun önemi kavuk ya da takke olması mıdır, yoksa Kel Hasan’ın yanında yetişmiş ve geleneksel Türk tiyatrosunu devam ettireceğine inandığı İsmail Dümbüllü’ye devretmesi mi? Dümbüllü’nün kavuğunu böylesine değerli kılan illa ‘’aynı’’ kavuğun devri midir? Acaba onun yerine başka bir takke hatta belki de bir mendil verilseydi değerinden bir şey kaybeder miydi? Sembolik anlamlar taşıyan nesneleri bu kadar kutsallaştırmak, öyle ki temsil ettiği anlamın önüne geçirmek, dış dünyada göründüğü şekle böylesine sıkı sıkıya tutunup ‘’hayır, olamaz, kesinlikle aynı kavuğu devretmeliyiz’’ şeklinde çocukça bir inatla yakasına yapışmak doğru bir tavır mı? Yani asıl bu davranışın ta kendisi, az bir miktar bile olsa, kavuğun içini boşaltmak ve onu değersizleştirmek değilse nedir?
Fikrimce kavukla ilgili telaşa mahal vermesi gereken durum kavuğun biçimi veya kimde kaldığı değil, özünü kaybediyor olması. Türk tiyatro geleneğini nesiller boyu yaşatmanın önemini vurgulayan, şüphesiz, önemli bir sembol. Kavuğa sahip olmak ve sahip olunca da ona layık olabilmek için, devamında ise ona layık olabilecek çıraklar ve orta oyuncular yetiştirmek için verilen bir nişane bu. Bu yönden bakacak olursak alan kişi kavuğa sahip olmanın ağırlığı altında belki eser miktarda ezilmeli ve çokça kaygı duymalı ve orta oyunları sergilemeliydi (değinmeden geçemeyeceğim, Rasim Öztekin’in sahneye çıkamaması sebebiyle erken devretmesini oldukça olumlu buluyorum). Kavuk, Türk tiyatrosunu ileriye ve aynı zamanda geleceğe taşımak için yüklenen ağır sorumluluğu sırtlanmayı, geleneği yeniye karşı çıkmadan, asla bağnazca değil ama saygıyla zamana yenik düşürmeden sürdürmeyi, sırtında taşımayı gerektiren bir sorumluluğu beraberinde getirmeliydi.
Kavuk hakkında yeterince gevezelik ettiğime göre konuya gelirsek -çok şükür ve çok ayıp! – kavuğun Şevket Çoruh’a verilmesi birçokları gibi beni de mutlu etti. Artık orta oyuncusu kalmadığı gerçeğini kabul edersek, Şevket Çoruh’un dişiyle tırnağıyla, varını yoğunu madden ve manen ortaya döktüğü, dostlarıyla omuz omuza ilmek ilmek dokuduğu bağımsız tiyatrosu, Baba Sahne’si var. “Bir Baba Hamlet” adlı oyununda – ayrıca bu oyunu da konuşuruz elbet- yaptığı hükümet eleştirileri bu dönem için oldukça korkusuz, direkt, dik – bu noktada Ferhan Şensoy’un “Ferhangi Şeyler” adlı oyununda eline gazete alıp haberleri ve ülkedeki olayları yorumlamasına benzettiğimi söylemeden geçemeyeceğim-. Kavuğun verileceği kişinin önemli ve belirgin olması gereken özelliklerinden biri Türk tiyatrosu için verdiği emek, döktüğü terse eğer, bu tiyatronun içine girer girmez her köşesinin, dekorlarının, yazılarının özenle ve adeta nakış gibi işlendiğini görürsünüz. Bu tutkuyu görmemek mümkün değil. Tüm bu sebeplerle (mesleki deformasyon, engel olamıyoruz a dostlar) Şevket Çoruh’un neden aldığını anlamak zor değil. Kavuğun kendisine uğur, desteklenmediğini bildiğimiz Türk tiyatrosuna can getirmesini dileriz.
Yazı: Yağmur Sevindik