BEYOĞLU’NDA DOLU DOLU BİR APARTMAN: “MASUMLAR APARTMANI” İNCELEMESİ

Merhabalar efendim. Beni okuyanlarınız biliyor ki yazılarımda sıkça değinmeye çalıştığım, adeta dert edindiğim, özellikle dizi ekseninde yaygınlaşmasını istediğim bir tür var: Quality TV. Önceki yazılarımda açıkladığım üzere, doğası gereği daha çok kamu yayıncılığı misyonuna sahip devlet televizyon kanallarının benimseyebileceği bir yayın politikası bu.
Biz de Türkiye’deki izleyiciler olarak, Quality TV niteliğindeki içerikleri, elektrik faturalarımızda katkı payı ödediğimiz TRT’mizden bekleriz. Sevgili TRT bizleri bu sene de eli boş göndermedi sağ olsun. 2020 yılında TRT ekranlarında izlediğimiz ilk Quality TV örneği, 6 bölümlük mini dizi “Ya İstiklal Ya Ölüm” oldu. (Bu vesileyle belirtmiş olalım, çok da başarılıydı. Belki bir gün onu da ayrıca yazma fırsatı olur.) Ammavelakin, yeni yayın döneminin başlamasıyla birlikte bütün yerli dizi piyasasına damga vuran Quality TV bir yapım TRT ekranlarında izleyiciyle buluştu. Evet, doğru bildiniz, bahsettiğim o dizi: “Masumlar Apartmanı”.
İlkin, izlemeyen okuyucularım için kısaca dizinin konusundan bahsedeyim. Gerçek bir hayat hikayesine dayanan eserde, kızının başına gelenler yüzünden oldukça korumacı davranan dede Memduh ve ergen erkek kardeşi Ege’yle birlikte yaşayan İnci, ne tesadüf ki hafif bir trafik kazası neticesinde tanıştığı Han’ın yaşadığı apartmana ailesiyle birlikte taşınır. Fakat Han’ın kendisi ile ablaları Safiye, Gülben ve kız kardeşi Neriman’ın yaşamları, ağır geçmişlerinden miras kalan türlü türlü takıntılarla doludur.
Bu arada yukarıda “bütün yerli dizi piyasasına damga vuran” diye boşuna demiyorum. Zira “Masumlar Apartmanı” yayın hayatının başından beri, 11 puanları zorlayan reytingleriyle gününün birincisi olmayı sürdürüyor. Peki bu çeşmenin suyu nereden geliyor?
Elbette bu başarının ardında sağlam bir ekip var. O nedenle gelin ilk önce yapımın künyesinden söz edelim. Ağırlıklı olarak tiyatro kökenli bir oyuncu kadrosu dikkatleri çekiyor. Başlıca rolleri canlandıran yetenekli oyuncular arasında Ezgi Mola (Safiye), Merve Dizdar (Gülben), Farah Zeynep Abdullah (İnci), Birkan Sokullu (Han), Açelya Devrim Yılhan (Anne/Hasibe), Metin Coşkun (Baba/Hikmet), Atilla Şendil (Dede/Memduh), Uğur Uzunel (Esat), Esra Rusan (Esra), Alper Saldıran (Uygar), Gizem Katmer (Neriman) ve Emir Özden (Ege) yer alıyor. Bu ışıl ışıl oyuncu listesinden bazı isimlere birazdan ayrı birer parantez açacağım.
Aslında “Masumlar Apartmanı”, son zamanlarda farklı farklı kitaplarının “Kırmızı Oda”, “Doğduğun Ev Kaderindir”, “İstanbullu Gelin” gibi beyazcam uyarlamalarını bolca gördüğümüz, Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun “Madalyonun İçi” adlı bir başka kitabı temel alınarak televizyona uyarlanmış bir yapım. Dizinin senaryosunu ise aynı zamanda bir tiyatro oyunu yazarı olan Deniz Madanoğlu yazıyor. Dizinin yönetmen koltuğunda Çağrı Vila Lostuvalı otururken, görüntü yönetmenliğini üstlenen Tolga Çetin resmen harikalar yaratıyor.

Efendim bu görüntü yönetmenliği hususu çok önemli, aslına bakarsanız. Çünkü bir diziyi izlerken hem gözünüze hitap etmesi hem de bağlama uygun gelmesinin arkasında ağırlıklı olarak görüntü yönetmenlerinin payı var. Muhtemelen Jurnal Sokak’taki o apartmana gidip kendi gözlerimizle baksak; dizide olduğu kadar kasvetli, heybetli, nostaljik vesaire gelmeyecektir. İşte tüm bu etkiyi yaratan çekim tekniklerinin, renk paleti ve satürasyon tercihlerinin arkasında hep başarılı bir görüntü yönetmenliği vardır. Beyoğlu’nda eski bir apartmanın bu denli yaşayan bir biçimde kullanımını daha önce kült film “Muhsin Bey”de duayen görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı ile, en son da o muhteşem renk oyunlarıyla “Şahsiyet” dizisinde Feza Çaldıran’ın görüntü yönetmenliğinde izlemiştik. “Masumlar Apartmanı”nda da Gülben’in banyo sahnesinde olduğu gibi etkileyiciliği zirveye taşıyan açılar, Safiye’nin İnci’yi evden kovmasındaki gibi izleyiciyi sahnenin içine çekip alan tek plan çekimler, çok konuşulan asansör önü sahnesindeki başarılı zamanlararasılık ve daha niceleri bu şekilde iyi bir yönetmen – görüntü yönetmeni iş birliğinin ürünü. Kaldı ki yine bu iş birliği sayesinde ortaya çıkan küçük detaylar öyle izleyip geçerken göze çarpmasa da aslında bütünlüğü önemli derecede etkiler. Bu anlamda, bu yapımın Quality TV olarak nitelenerek benzerlerinden ayrılmasını sağlayan faktörlerden biri de bu detaylardır. Örneğin, emsallerinde sepya filtre eklenerek geçiştirilebilecek 90’lı yıllarda Zincirlikuyu Mezarlığı’nda geçen bir flashback sahnesi, incelikle uğraşılarak İstanbul’un bugünkü aşırı gökdelenli arka planından arındırılmıştı.
Dizi ekibinin #GeçmişOlsunİzmir mesajı
İzleyiciden yapılan geri dönüşleri, sosyal medya yorumlarını ve ülke gündemini de yakından takip eden dinamik yaratıcı ekip de diziye canlılık katıyor. Bu kapsamda müessif İzmir depreminin ardından, tüm ekibin bir arada gelerek yayın günü çekildiği belli olan güncel bir mesaj vermesi dozunda bir incelikti. Yine bölümden bölüme farklı karakterlerin görünürlük oranlarının değişmesi de izleyici yorumlarının dikkate alındığının bir göstergesi. Bu dengeleme ile sağlanmaya çalışılan belirgin bir başrol pozisyonunun olmaması durumu da Quality TV anlayışının alamet-i farikasıdır. Sözgelimi, televizyon başyapıtı “Six Feet Under” dizisini ele aldığımızda onca ana karakterden hiçbirinin başrol niteliğinde olmadığını, her birinin ayrı ayrı derinlikle işlendiğini görürüz. “Masumlar Apartmanı”nda da ağırlığın hangi karakterde yoğunlaştığı sorusunun yanıtı her yeni bölümde farklı bir cevap buluyor. Kısacası bu dizide başrol yok veya belki de başrol çok, denilebilir.
Fakat yüksek oyunculuk performanslarıyla izleyiciyi daha da ekran başına bağlayan bazı isimler var ki, onları isim isim anmadan geçmek haksızlık olur. Bu isimlerden ilki yeteneğiyle hepimizi kendine hayran bırakan, canlandırdığı Gülben karakterinin kararlılığını, adanmışlığını, sempatikliğini, heyecanını, duygusal yükselişlerini koca koca gözleriyle bizlere aktaran Merve Dizdar. Bir diğeri hayat verdiği Safiye karakterini adeta yaşayan ve yaşatan, yüksek perdeden sahne akışları boyunca tempoyu bir an olsun düşürmeyen Ezgi Mola. Öfkesi ekrandan taşa taşa izleyiciye bile azarlanıyormuş hissiyatı yaşatan Anne/Hasibe rolündeki Açelya Devrim Yılhan. Gerek Han karakterinin cinsiyetçi, baskıcı, erkek egemen davranışlarına yönelik takındığı tavırla, gerek birini reddederken gösterdiği kalp kırmama özeniyle ikili ilişkilerde erkeğin durması gereken doğru konum konusunda didaktik bir tarafı da olan Esat karakterini oynayan Uğur Uzunel.

İçerikten konu açılmışken, dizinin izleyicilerine akıllara takılan bir soruyu yöneltip bu bahsi kapatmak istiyorum: İnci karakterinin ilk bölümde birkaç tel kadar az olan bir tutam mavi saçı, bölümler ilerledikçe kademeli biçimde arttı. Son bölümde İnci’nin saçlarının neredeyse yarısını kaplayan bu mavi saçlar, bir çeşit metafor olabilir mi? (Yanıtlarınızı sitemizin “İletişim” sekmesinden veya bu yazıya ilişkin Instagram gönderisinin altına bekliyorum :D)

Evet sevgili okuyucularım, umarım şimdiye kadar okuduklarınızdan diziyi övdükçe öveceğim çıkarımını yapmamışsınızdır. Zira sırada acımasız eleştirilerim var!
Öncelikle söyleye söyleye dillerde tüy bitti fakat bir kez daha şu çok yerinde sloganı tekrar edelim: “Yerli dizi yersiz uzun!” Kılçıksız süresi 150 dakika olan dizi, özet ve reklamlarla birlikte koskoca 4 saati deviriyor. Şu kadar ki birkaç puanlık reyting potansiyelinin sırf bu nedenle diziden koptuğu kanaatindeyim. Bu miktarda bir süre Quality TV anlayışıyla bağdaşmıyor. Aslında dizinin resmi internet hesaplarından 1 saatlik bir yeniden kurgusu yayınlanabilir ve böylelikle web televizyonu piyasasında da yer edinilebilir. Böylece isteyen televizyondaki director’s cut versiyonunu, dileyen meraklısı da makul sürelere indirilmiş internet versiyonunu izleyebilir. Eyy yetkililer, bunu bir düşünün derim!
Aslında ilk 8 bölümde reklam politikası kamu yayıncılığına yaraşır biçimdeydi. Yeni bölüm kesintisiz olarak bir solukta yayınlanıyor; cep telefonu, cilt bakım kremi gibi ürün yerleştirmeler tercih ediliyordu. Fakat her ne olduysa son 3 bölümdür, kamu yayıncılığı ilkeleriyle bağdaşmayacak ölçüde ve sıklıkta reklam kuşakları yayınlanıyor. Son sahne 20 dakikalık bir reklam arasıyla kesiliyor, reklamın ardından sahne geri sarılıp baştan yayınlanıyor ve sahnenin aynı yerinde bir 20 dakika daha reklam giriliyor.
Yine, özellikle yayınlanan son bölümde iyice belirginleşen bir durum var ki evlerden ırak! Sanki 150 dakikalık upuzun bir video müzik klibi izliyoruz. Her sahnede, fonda sürekli müzik çalıyor; ama sürekli… Ve son bölümde edebiyat öğretmeni maşuk karakteri ile iyice abartılan şiir, şiir, şiir… Hem de sosyal medya popülaritesi çiğliğinde bir İkinci Yeni özentiliğinde ki bu durum dizinin özündeki derinliğe hiç uymuyor. Bir de son 3 bölümdür, daha uyumlu başka ses ve şarkı yokmuş gibi, sanki telif anlaşması yapılmışçasına çalınan Sezen Aksu… Hele ki dizinin genel havasına hiç ama hiç yakışmayan “ben dünyanın en büyük aşığı olabilirim” tarzında yavan sözleri olan bir pop şarkısının kullanılması bahsini açmayı hiç istemiyorum.
Son olarak bazı karakterlere ilişkin söyleyeceklerim var. Öğrendim ki dizinin uyarlandığı “Madalyonun İçi” kitabında Han diye bir karakter yok. Dolayısıyla dizideki yalnızca Han ile bağlantılı karakterler de aslında yok. Bu durum da orijinal karakterler ve sonradan kurgulanmış karakterler arasında gözle görülür elle tutulur oranda bir arka plan eksikliği ve derinlik farkı yaratıyor. İzleyiciler altyapısı daha sağlam karakterlerle daha kolay bağ kurabildiği, kendini onlara daha yakın hissettiği için, yukarıda da ifade ettiğim üzere, bazı karakterlere daha fazla alan ayrılması yönündeki tercihlerini bu daha derinlikli karakterlerden yana kullanıyor.

Karakterler konusundaki bir diğer husus da yazar Gülseren Budayıcıoğlu’nun bir diğer kitabının ve ondan uyarlanan dizinin karakterlerinden biri olan Alya ile bizim Safiye’nin benzerliği. Şayet aranızda “Kırmızı Oda” dizisini izleyenler varsa bana hak verecektir. Aslen bir psikiyatrist olan Budayıcıoğlu, sanki bu iki karakteri aynı kişiden esinlenerek oluşturmuş. Örnek vermek gerekirse bu karakterlerin her ikisi de çocukluklarında annesinin ölümüne tanıklık etmiş, her ikisi de yetişkin olunca annelerinin giysilerini giymeye başlamış, her ikisini de zamanında anneleri hiç sevmemiş, hatta her ikisi de kendisi ekmek yemeyip pencereden güvercinlere ekmek veriyor. Bu denli benzerlik, kaynaktaki yaratıcılığın sınırlarının oldukça dar olduğu ve bir noktada tıkanılınca ister istemez tekrara düşüleceği endişesini uyandırıyor bende.
Yaa işte! Böyleyken böyle, sevgili İleri Geri Dergi okurları. Etraflı bir incelemenin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. “Masumlar Apartmanı” dizisi hakkında ileri geri konuşup durdum ama teraziye koyduğumda elbette olumlu yönlerin olduğu kefe epeyce ağır basıyor. Fakat rica ediyorum şu dizinin yayın politikasında Quality TV ayarlarıyla oynayacak düzeyde değişiklikler yapmayın. Bakın lütfen diyorum. Halbuki elinizde ne kadar güzel bir cevher var. Kaliteden ödün verilmemesi, bu kıymetli emeğin hiç hoş olmayan yerli dizi – reklam ilişkisine yem edilmemesi dileğiyle. Hepimize iyi seyirler!
Yazı: Burak Orhan
One thought on “Beyoğlu’nda Dolu Dolu Bir Apartman: “Masumlar Apartmanı” İncelemesi”
Comments are closed.