
Mer haa baa! Yine ben geldim, işte buradayım! Tanıtımlarını uzun süre heyecanla izlediğim, farklı konusu ile ülkemiz televizyonculuk camiasına yeni bir soluk getireceğini düşündüğüm ve sonunda 27 Ekim’de vizyona girmesi ile kolları sıvayıp başına oturduğum BluTV özel yapımı “Saygı” dizisini çekiştirme zamanı geldi çattı. Bu hafta sezon finali yapan dizi ile ilgili her zamanki yöntemlerimi uygulayacağım. Önce dizinin künyesine bakış atacağız sonra beğendiğimiz yerlerini belirteceğiz… Sonra mı? Eee sonra biliyorsunuz tüm memnuniyetsiz tavrımla verip veriştireceğim.
Gelelim diziye kuş bakışı vaktimize. “Saygı”, senarist koltuğunda Ercan Mehmet Erdem’in oturduğu ve yönetmenliğini Ali Taner Baltacı’nın üstlendiği, “adalet kavramı” üzerine çekilmiş bir suç dizisi. Oyuncu kadrosunda ise “Behzat Ç” dizisinden kopup gelmiş Ercüment Çözer karakteri ile CAL’lı abimiz Nejat İşler’i (biz burada CAL’lı övmeyi severiz), Ercüment’in çocukluk kankisi Yavuz rolünde duayen Erkan Can’ı, konunun üzerinde şekillendiği iki genç olan Savaş ve Helen rollerinde “Vatanım Sensin” dizisinden bir arada görmeye aşina olduğumuz Boran Kuzum ve Miray Daner’i, Cumhuriyet Savcısı Halit Mehmet Güçlü rolünde Tansu Biçer’i ve Müge Anlı ay pardon Hasret Yakar rolünde Rojda Demirer’i görüyoruz. Dizinin konusuna genel hatları ile değinecek olursak: Bir üniversitenin arşivinde çalışan ancak üniversite okumayı reddetmiş olan Savaş ile Helen tanışır ve akabinde sevgili olurlar. Ancak bu ikilinin başına sürekli gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde gördüğümüz tarzda çoraplar örülür ve kendilerini hiç ummadıkları durumlarda bulurlar. O noktada ise yolları zengin ve saygısızlığa asla tahammülü olmayan iş insanı Ercüment Çözer ile kesişir.

Bu noktada eğer diziyi henüz izlemediyseniz ve izleme niyetiniz varsa sakince bu yazıdan ayrılıp ilginizi çeken başka bir yazıya yöneliniz (örneğin “Masumlar Apartmanı” incelememize bakabilirsiniz: https://ilerigeridergi.com/sinema-tv/tv/beyoglunda-dolu-dolu-bir-apartman-masumlar-apartmani-incelemesi/ ). Zira şu andan itibaren dizinin içeriğine gireceğim ve SPOILER ile karşılaşma ihtimaliniz var. Ha yok “ya ben diziyi izledim de üstüne düşünüp takıldığım noktalarda derdime yoldaş arıyorum” ya da “ben bir ruh hastasıyım ve dizileri izlemeden sonunu öğrenmek benim hobim” diyorsanız verin elinizi yola çıkıyoruz. Henüz diziyi izlememişler için künyede verdiğimiz bilgi yeter de artar bile haydi güle güle!

Önce olumlu fikirlerimi beyan edeceğimi önceden de belirttiğim üzere, dizinin övgüye değer noktalarını işaret ederek başlayacağım. Ancak baştan söylemem gerekir ki, ben bir bölüm bile “Behzat Ç” izlemiş bir zat değilim. Buradan “Behzat Ç” hayranlarının höykürdüğünü duyar gibiyim ama bildiğiniz üzere bu konu beni hiç ilgilendirmez. Reklamlarından gördüğüm kadarıyla iki lafından biri “LA” olan kaba bir polisin derdini tasasını oturup uzun uzun izleyecek vaktim yok. Öyle bir vaktim olsa gider emniyette biraz dolanır kendimi tatmin ederim. Deli miyim her hafta yeni bölüm bekleyeyim?! Yani anlayacağınız, benim Ercüment Çözer’in geçmiş hayatına ilişkin hiçbir fikrim yok. Dolayısıyla bu yazı “Behzat Ç” perspektifi ile yazılmadı.
Günlük hayatın karmaşası içinde insanların belki farkında olarak belki de fark etmeden yaptığı büyüklü küçüklü saygısızlığa asla tahammülü olmayan ve insanları kendi yöntemleri ile adeta “ıslah” etmeye çalışan bir adam Ercüment Çözer. Misal kişi uçakta kolçağa kolunu koyuyor ve Ercüment’in kolunu koymasına izin vermiyor, heh işte Ercü bu adamı kaçırıp baya işkence edip öldürüyor. Sosyopat ve psikopat bileşeni bir karakter yani Ercüment Çözer. Etrafında tek sevdiği insan çocukluk arkadaşı ve sağ kolu olan Yavuz diyebiliriz. Yavuz ise Ercüment’in daha sakin versiyonu. O da psikopat ama sakin psikopat diyebiliriz.

Peki böyle bir psikopatın benim nezdimde olumlu sayılma nedeni nedir? Türkiye televizyonlarında sabah akşam önüne gelene tabancayla sıka sıka ilerleyen, eşini darp eden, çevresindeki insanlara psikolojik veya fiziki şiddet uygulayan o kadar çok psikopat gördük ki, artık psikopatın iyi niyetlisi bir tık hoşumuza gider oldu sanırım. Kaldı ki Ercüment’in tüm bu eylemleri yaparken kimseye yaranma ya da kimseden onay alma gibi bir derdi de yok. Kendisinin de “ben bir kavramım” dediği gibi aslında toplumun adalet kavramından beklediğini kendi usulleri ile icra ediyor. Savaş ve Helen’in ise adalet sağlama yolunda kötü insanları öldürüyor olması onun için inanılmaz meşru olduğundan onlara yardım ediyor. Tasvip edip etmemek çok ayrı bir muhakeme konusu ise de Türkiye’de böyle bir işi ilk defa izledik. Bize adeta DC Comics’in elinden çıkmış gibi bir “anti-kahraman” yarattılar ve hepimizin bildiği doğrulara yanlış bir yoldan yaklaştılar. Web televizyonundaki bu tarz yenilikçi işleri gerçekten takdir ediyor ve saygıyla karşılıyorum (geçen senelerde izlediğimiz vampir dizisi hariç).
Bunun haricinde dizinin yönetmeni Ali Taner Baltacı’yı ve görüntü yönetimi ile sanat yönetimi konusunda görevli tüm ekip elemanlarını ayrıca tebrik etmek gerekir. Çekimler için seçilmiş mekanlar, karakterlerin evleri, dekorlar, aksesuarlar, dizinin ışıklandırması, çekim açıları… Gerçekten ortaya kaliteli bir görsellik çıkartılmış. Yalnız dizideki ceylan için biraz övmek biraz sitem etmek durumundayım. Savaş karakteri için harika bir masumiyet metaforu kullanmışsınız ve ceylanı Helen’e öldürtmeniz de ayrı bir boyut ile estetik tat vermiş. Fakat… Teknoloji baya gelişti ya neden Bambi’yi oynattınız siz dizide 😀 Yani insanlar ölüyü diriltip filmde dizide oynatıyor da “ulan acaba…” demiyoruz siz neden uhuyla yapıştırılmış gibi ceylan sırıttırdınız oraya. Kötü animasyon beni üzdü… Neyse. Kast direktörü de bir sahne hariç, gerçekten “sen bu işi biliyorsun” dememe sebep oldu. Sonuç olarak “Saygı”, televizyonda izlediğimiz yapımları ve muadili web televizyonu yapımlarını göz önünde bulunduracak olursak birçok açıdan izleyicisini mutlu etti denilebilir. Hele ki o Tansu Biçer yok mu… Allah yarabbi bu nasıl oyunculuk bu nasıl metot yahu! Aşağılık kompleksi içinde yüzen ve eline ciddi bir yetki verildiğinde bocalayan, büyük elbise giymiş küçük bir adam ancak bu kadar olurdu. Jestinize mimiğinize her şeyinize sağlık Tansu Beyciğim.
Ayrıca bahsetmem gereken bir diğer güzel detay olarak ise Erkan Can ve Nejat İşler’in sahneleri. Oturup cinayet üzerine konuşurken sesi kıssanız “akşam ne yesek ya?” diye düşünüyorlar diyebileceğiniz akışkanlıkta diyaloglar. Birbirinden yetenekli iki oyuncu karşılıklı şov yaptı desem yalan olmaz. İzlerken dizinin kaosu içinde nefes alıp gülümsememi sağladırlar. Şimdi gelelim işlerin kızıştığı yere.

Eveeeeet sıra geldi “tatsız beyanlar” köşemize. Efendim öncelikle açıklığa kavuşması gereken bir konu var. Dizinin piyasaya arzı “mini dizi” etiketi ile oldu. Yani bu ikinci bir sezon olmayacağı anlamına gelir, keza oyuncuların röportajları da dizinin 8 bölüm ile sınırlı olacağı yönünde bilgiler verir nitelikteydi. Ancak BluTV dizinin son bölümü olan 8. bölümü “sezon finali” etiketi ile yayınladı. Ayrıca dizinin yayınlanan kısmı için “1. sezon” sekmesi açıldı. Yani şimdi bu dizinin devamı olacak mı, yoksa bu dizi bitti mi? Yapacağım asla kimseyi ilgilendirmeyecek eleştirilerim bu sorunun cevabına göre değişecek. Ben dizinin aylarca mini dizi olarak tanıtılması ve oyuncuların 8 bölüm ile sınırlı dizi açıklamaları sebebiyle yorumlarımı dizinin sona erdiği kabulüne dayandıracağım. Bunun yanında dizinin bir bütün olarak izleyiciye sunulmak yerine her hafta bir bölüm şeklinde sunulmasını da BluTV’nin web televizyonu mantığı ile bağdaşmayan yayın politikası noktasında eleştirmek durumundayım.
Dizi ile ilgili en temel eleştirim, kesinlikle ama kesinlikle kurguyla alakalı ki bu da okları Ercan Mehmet Erdem’e yöneltmek durumunda olduğum anlamına gelir. Sihâm-ı Kazâ şova hoş geldiniz! Efendim, dizi yukarı da bahsettiğim üzere Savaş ve Helen karakteri etrafında şekilleniyor. Aslında Savaş karakteri, bence alışık olmadığımız, orijinal bir karakter. Sürekli okuyor ve kendini geliştirmek ile kafayı bozmuş. Tam bu noktada da üniversiteye gitmeyi gelişimi açısından gereksiz bulmuş ve ailesinin ittirmesiyle üniversitenin arşivinde işe girmiş. Ne holding sahibi genç adam ne liseli serseri genç ne de üniversiteye son model spor arabasıyla geliyor. Aslında hepimizin içten içe yaşadığı sorgulamaları yaşamış ve kendi hayatının iplerini eline almayı seçmiş, kendi halinde, dar gelirli bir ailenin çocuğu. Boran Kuzum’un da karaktere en zor sahnelerinde bile hakkı ile hayat verdiğini söylemeden geçmek olmaz. Zira dizi boyunca Savaş’ın girdiği yolda vicdanı ile baş başa kaldığını ve ciddi bir ruhsal bunalım yaşadığını izledik. Fakat Helen karakterinin kurgu için yaratılış amacı ile kurgulanma şeklini maalesef tutarlı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Ele alınmak istenen karakter bir yandan adalet için gözünü kırpmadan öldüren idealist bir kadın iken bir yandan da yarınlar yokmuş gibi davranan şımarık bir çocuk. Bilmiyorum belki de senarist bu tezatlığı kullanarak karaktere renk katmak istemiştir. Ancak ben çoğu sahnede kendimi gözümü devirirken buldum. Fakat şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Miray Daner her sahnesinde kalbini işe koyarak oynayan bir kadın ve takdir etmekten başka da ağzımdan bir şey çıkamaz. Lakin, asıl sorun karakterler falan değil. Asıl sorun Savaş ve Helen’in tanıştıkları günün akşamı bir anda adeta Leyla ile Mecnun’a, Ferhat ile Şirin’e, Romeo ve Juliet’e dönüşmüş olması. Abartmıyorum, gerçekten bir gecede… Bakın aynen şöyle oldu: “Selam ben Savaş, ben Helen. Rakı içmeye gidelim mi? Rakı içtik. Öpüştük. Sana deliler gibi aşığım”. Nasıl ya? Bu kadar çabuk âşık oldunuz yani… Bir anda yani… Bakın öyle böyle aşk değil ha “Ben sensiz bir hiçem. Gel beraber varak insan öldürek” dedikleri tarzda bir adanmışlıktan bahsediyorum. Üzgünüm Ercan Bey, hepimiz bir süre şaşkınlık içinde güldük bu duruma. Bu tam olarak “8 bölümüm var, çok da vaktim yok” hamlesiydi. Peki bu hamle neye mi mal oldu? “Vatanım Sensin”de izlerken kimyalarını çok beğendiğim bir çifte bakıp aralarında 0 (sıfır) kimya görmeme neden oldu. Muhtemelen bu ikiliyi bir araya getirip hayranları da bir araya getirmek istemişsiniz ama bu yavaş yavaş yükselmesi gereken aşk hikayesi, şu şekliyle maalesef Yeşilçam fantezisinden öte geçemedi.

Tamam âşık olmalarını bir kenara koyalım. BİR ŞEKİLDE olmuş işte yani kurcalama, değil mi? Peki, aşağıdaki çoktan seçmeli olmayan soruları konuyla bağlantılı şekilde cevaplayalım:
- Bindiği takside taksicinin tacizine uğrayan Savaş’ın yanlışlıkla taksiciyi öldürmesi üzerine, bir anda “Savaş the Adalet Machine” hâline gelmesini nasıl açıklayacağız? Hadi Helen’i anladım, tecavüze uğramak üzereyken kendini korumak için bilerek çocuğa saldırdı ve sonrasında da cinnet haliyle çocuğu öldürdü. Sonrasında da ben mağdurların hakkını arayacağım dedi ve bu yola girdi. Peki Savaş’a ne oluyor? Ne olsun işte Helen’e “Sana çok aşığım seni bırakamam iyi ben de senle gelem adam doğrayam” dedi. Pfff başa döndük yani.
- Peki Savaş’ın adamı öldürdüğü tornavidayı nasıl kimse bulmadı? Savaş kan revan içinde eve gitti ama her çıta uyanan annesi-babası nasıl Savaş’ı görmedi? Bunlar da hâlâ benim için senaryoyu gerçeklikten uzağa iten birer muamma.

Gelelim, ikinci saçmalardan seçme noktaya… Düşünün, seri şekilde cinayet işliyorsunuz ve bir yandan da yakalanmaktan deli gibi korkuyorsunuz. Sonra bir anda olay yerine bir beyefendi çıkıp geliyor, sizi suçüstü yakalıyor ve diyor ki “Ben Süleyman, polisim. Davanızda çok haklısınız. Size yardım edeceğim”. Başta Savaş durumdan şüphelense de sonra o da “Hee tamam ya iyi adam bu Süleyman” diyor ve adeta Süleyman’a sırtlarını dayamaya karar veriyorlar. Hatta ve hatta Süleyman kendileri için adeta cinayet fırsatı yaratıyor ve gerekli teçhizatı sağlıyor. Bizim bu ikili de la la la la laaaaa laaaa diye şirinler köyünde geziye çıkmış gibi gidip cinayet işliyor. Size bir şey soracağım: Çok pardon da siz geri zekalı mısınız? Kriminal bir olayın baş karakterisiniz ve size yardım etmek isteyen adama “Ya senin soyadın ne, sen nerede görev yapıyorsun, instan var mı facebook’un var mı gardaşım?” bile demek aklınıza gelmiyor. Ne demiş Seda Bacım: “Tanıştınız mı, biraz ilerliyor enerjiniz tuttu mu, hemen T.C. Kimlik ver abi!”. Bakın bu özlü söz gibidir, kulağınıza küpe olsun. Ah Savaş ah! Ne oldu işte ceylanı gördün gördün Süleyman kılıklı Ercüment yedi başını sonunda. Bakın bu dizinin esas mağduru bu gariban Savaş’tır. PUH!

Şimdiii dizinin gelmiş geçmiş en büyük saçmalığına gelelim. Ercüment Çözer’in geçmişine odaklanan 6. bölüm, gri ve metalik koridorlarda yürüyen genç ve güzel bir hanımefendi ile açılıyor. Ve bu sırada diziyi izleyen İnci kişisi olan ben içinden diyor ki “Ne kadar da ‘Der Untergang’ın’ atmosferine benzeyen bir yer”. Sonra genç hanım koridorun sonunda bir odaya geliyor ve bir kapıyı açıyor. Bilin bakalım kim ile karşılaşıyoruz. ADOLF HITLER! Hahahhahahahahaah😂 Ya saçmalamayın ya bir de Himmler’i bile yapmışlar. Bu asla makul olmayan fikri size kim verdi ya? Bir de aşırı Türk olan ve Almancası bozuk tipleri Alman diye oraya koymuşsunuz, Hitler desen, kamyon çarpmış gibi. Rica ederim bu ne kepazelikti! Yukarıda kast direktörünü överken verdiğim istisna, işte buydu. PUH ALLAH SİZİ KAHRETMESİN!
Kast seçiminin kötülüğünden de kötü olan ise gördüğümüz genç kadının Ercüment’in babaannesi olmasıydı. Muhtemelen Berlin’in düşüşü ile Almanya’dan kaçan hanım kızımız meğerse Ercüment’in dedesi ile sevgiliymiş. Ercüment’in dedesi ise yine Nejat İşler. Sadece Flash TV yaşlandırma tekniği ile yaşlandırılmış. Dedemiz Nazi Hanım’a Türk pasaportu ayarlıyor ve adını Emine yapıyorlar. Sonrasında ise Türkiye’ye geri dönüyorlar. Babaannemizin yaşlılık halini usta oyuncu Itır Esen canlandırırken gençliğini ise Itır Esen’in yeğeni Itır Esen canlandırıyor. Yani piyasadaki bütün Itır Esen’leri bir projede halka arz etmişler.

Ercüment Çözer karakterinin büyük ebeveynlerinden birini Nazi yapmak fikri hangi aşırı içilen gecede aklınıza geldi bilmiyorum ama olacak iş değil. O kadar güzel bir fikir bulmuş ve üzerine bir kurgu oturtmaya çalışmışsınız, neden Nazilere gittiniz şimdi sayın Ercan Mehmet Erdem Bey? Nazi bilgisinden sonra Ercüment Çözer’i artık ciddiye de alamıyorum, teşekkür ederim.
Göreceğiniz üzere sevgili okurlarımız, dizinin aslında en büyük sorunu güzel bir fikrin havalarda uçuşan, detayları iyi düşünülmemiş (ya da fazla düşünüldüğü için aşırıya kaçılmış, bilemiyorum… Hitler çıktı ya 😂) bir senaryonun elinde harcanmış olması. Toplumsal bilincin artırılmaya çalışılması fikri gerçekten çok güzel. İzleyiciye adalet kavramını sorgulatıyor ve gençler ile empati yapıp “ya benim başıma gelseydi?” dedirtiyor. Ancak böyle bir oyuncu kadrosu ve böyle bir fikir ile bu dizi arşa çıkabilecekken “iyi dizi teşebbüsü” safhasını geçememiş olması benim için üzücü oldu. Yukarıda da belirttiğim gibi eğer dizi burada bittiyse benim puanım maalesef 5 / 10’dan öteye geçemeyecek, belki Hitler çıkmasaydı 6 / 10 olabilirdi (Hitler çıktı ya inanılır gibi değil 😂). Ancak eğer ikinci bir sezon gelecek ve tüm bu aceleci tavrı, havada kalmış kavramsallığı ve saçmalamaları silip götürecekse ben de efendi gibi izler yeni yorumlarımla size gelebilirim.
Neyse sevgili okurlar, bugünkü yazımızın da burada sonuna geldik. Umarım hepiniz için keyifli ve aydınlatıcı bir yazı olmuştur. Olmadıysa da iletişim kısmından serzenişte bulunabilirsiniz. Hepinize sosyal mesafeli bir selam veriyorum ve saygılarımı zarfa koyup adresinize postalıyorum. Aman ha zarfı açarken kâğıt elinizi kesmesin!
Yazı: İnci Ece Akyalçın