
Mer haa baa! Geri döndüğüm gündür bugün! Nasılsınız iyi misiniz? Neyse yine hiç umurumda olmayan konulara girer gibiyim. Bugün sizinle uzun süredir fiskos fiskos konuşulan, her festivalde adını gördüğümüz, bu da yetmezmiş gibi şimdi de 78. Altın Küre Ödülleri’nin Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde aday olarak karşımıza çıkan, muhtemelen Oscar töreninde hala karşımızda olacak olan ve bize adeta “karşımıza çıktığın yetmedi mi sence de gardaşım?” dedirten bir filmi konuşmak için bir araya geldik: “Another Round” ya da orijinal ismi ile “Druk”.

Klasik film inceleme metodumuza göre öncelikle filmimizi şöyle bir gözden geçirmekte her zaman fayda olacaktır! “Another Round”, yönetmen koltuğunda Thomas Vinterberg’in oturduğu ve senarist koltuğuna da yine Thomas Bey’in bu sefer Tobias Lindholm ile sıkıştığı 2020 tarihli Danimarka yapımı bir filmimiz. Danca orijinal ismi ile “Druk” olarak da karşınıza çıkabilecek filmimizin başrolünde ise NBC’nin ses getirmiş “Hannibal” dizisinde efsanevi Hannibal Lecter karakterinde izlediğimiz Mads Mikkelsen’i görüyoruz. Bunun dışında başrol denilebilecek kadar çok hayatlarına odaklanılmasa da en az başrol kadar filmin merkezinde olan diğer üç karakterimizde Thomas Bo Larsen, Magnus Millang ve Lars Ranthe’yi izleme şansına eriştik. Ayrıca “Reconstruction” filminden tanıdığımız Maria Bonnevie Hanımefendi de filmin kadrosunda bize göz kırpıyor. Filmin konusuna geçmeden önce yönetmenimiz Thomas Vinterberg’in kim olduğunu hatırlamak, filmi daha iyi kavramak için kanımca önemli. 1969’da Kopenhag, Danimarka’da dünyaya gözlerini açan Thomas bebek…. Hahaha yok artık saçmalamayın öyle şey mi olur 😀 Filmlerine bakacağız tabii ki… En çok adını duyurmuş olduğu ve 2014 yılının birçok ödül töreninde de kendisine adaylık getiren “Jagten” ya da daha çok bildiğimiz ismi ile “The Hunt” filminin yanı sıra “The Command”, “Far From the Madding Crowd” ve “Submarino” filmleri ile de yakinen bildiğimiz bir yönetmen Thomas Vinterberg. Yaptığı onca iyi sinema işinden sonra “Another Round” ile de bizi hünerleri konusunda şüpheye düşürmediğini belirtmem gerek.

Gelgelelim filmimizin konusuna: Lisede öğretmenlik yapan Martin, arkadaşı Nikolaj’nın kırkıncı yaş günü için Tommy, Peter ve tabii ki Nikolaj ile akşam yemeğinde buluşur. Film bize Martin’in hayatının çok da iyi gitmediğini üstü kapalı olarak hissettirmişken yemekte yalnızca Martin’in değil aslında masadaki kimsenin hayatının çok da parlak ilerlemediğini fark ederiz. Martin’in araba kullanacağı için alkol kullanmak istememesi ile açılan konumuz, psikoloji öğretmeni olan Nikolaj’nın Norveçli bir filozofun insanların kanlarında %0,5 promil ile doğduklarını iddia eden tezini gündeme getirmesiyle derinleşir. Dört arkadaş aşırı keyiflendikleri harika bir gece geçirir ve evlere dağılır. Ancak sınıftaki öğrenciler tarafından “sıkıcı” olduğu için yetersiz bulunan Martin, yemekte konuştukları tezi denemeye karar verir ve kanındaki alkol oranını %0,5’te tutacak şekilde bir gününü geçirir. Bu olayı arkadaşlarıyla da paylaştığında durumu bir deney haline getirirler ve hepsi Martin’e katılır. Ancak işler bir noktadan sonra çok de istedikleri gibi gitmemeye başlar.

Evet, filmi incelemeye başlayacağımız bu noktada filmle ilgili daha fazla bilgi edinmek istemeyenleri SPOILER uyarısıyla efendi gibi başka bir yazıya alalım. Sevgili okurlar, öncelikle şu konuda bir anlaşalım, bu film her ne kadar alkol nüansı ile hayli eğlenceli hale getirilmiş olsa da aslında insanların hayatın günlük koşuşturması içinde nasıl da hayallerinden vazgeçip istemedikleri tarzda bir insana dönüştükleri vurgusu üzerine inşa edilmiş bir film. A-ah! Gregor Samsa, sen misin gardaşım? Martin’in nasıl da araştırmacı olmak üzereyken çocukları küçük olduğu için ya da babası hasta olduğu için öğretmenlikte kalmayı tercih ettiğini görüyoruz. Bu vazgeçiş ise maalesef Martin’in ruhunun bir kısmının sönüp gitmesine sebep olmuş. Önce hayallerinden vazgeçmiş, sonra ailesinden, sonra arkadaşlarından. Adeta uzun süreli bir uykuya yatmış Martin. Aslında çoğumuzun farkında olmadan yattığı ve hayat ışığımızı günden güne söndüren o uyku…
Peter’e geldiğimizde ise çocuk sahibi olamamış ve o hayata özlemle bakan bir adam görüyoruz. Ancak yine de hayata umutla bakıyor Peter. Tommy ise daha yalnız ve depresif. Köpeği ile küçük bir evde sırf yaşamak için yaşıyor adeta. Nikolaj’nın derdi ise bunların tam tersi… Onun başında üç küçük çocuk ve yalnız kalamama gibi bir sorun dolaşıyor. Bu yönüyle de film aslında modern insanın öyle ya da böyle kendinden uzaklaşışını net şekilde resmetmiş oluyor. “Bak sen çocuğun yok diye mutsuzsun, o ise çocuğu var diye mutsuz. Bak senin eşin yok ama onun eşi varken mutsuz. Hayatınızı kendinizi perdeler arkasına alarak körelten aslında bir şeylerin varlığı ya da yokluğu değil; sizin onu nasıl yönlendireceğinizi bilememeniz” diyor bize hikayemiz adeta.

Alkol deneyinin hayatlarına girmesi ile bizim dörtlümüzün resmen nefes aldığını görüyoruz. Sanki kapalı bir odadalarmış ve biri camı aralamış gibi rahatlıyorlar. Öğrencileri ile ilişkileri düzeldiği gibi bir de aralarındaki bağın da derinleştiğini fark ediyoruz. Bu durumsa başta Martin olmak üzere hepsini çok şaşırtıyor ve mutlu ediyor. Ancak Martin’in asıl şaşırdığı şey uyuduğu uykudan uyanmaya başlamasını fark etmesi oluyor. Evin içinde ruh gibi dolaşırken eşi ile olan ilişkisini toparlamak için harekete geçiyor. Hayatını bir zombi gibi yaşamaktan vazgeçiyor yani anlayacağınız. Ancak insan denilen canlı tuhaf tabii… Senelerce onun “yokluğuna” alışan ailesi bu sefer de kanlı canlı geri dönüşünü yadırgıyor ve başlıyor “Senin neyin var?” soruları… İyileşiyor işte adam. İyileşiyor…
Derkeeeeen, bu mutluluğun artırılabileceğini fark ediyorlar. “Neden %0,5’i aşmayı denemiyoruz, belki de o şekilde daha iyi fonksiyon göstereceğiz?” diye zihni sinir bir fikir geliştiriyorlar. Tabii bu sırada deneyi raporladıklarını da söylemeden geçmemek lazım. Filmin gidişatı böylece daha da keyifleniyor, bizim sıkıcı yaşlı moruklar son derece eğlenceli adamlara dönüşüyorlar. Fakat hayatları ile ilgili atladıkları şöyle bir ufak detay var: Bu yola başvurmak ihtiyacı hissetme sebepleri hala olduğu yerde öylece duruyor aslında.

Filmin ilerleyen dakikalarında dörtlümüz zihni sinir fikirlerini daha da geliştiriyor ve “Varak içebildiğimiz kadar içek bakalım ne olacak?” diyorlar. Moruklar çıldırdı! Bu denemede ise bunun hiç de iyi bir fikir olmadığını anlıyorlar ve kaçtıkları şeyler onlara çok daha büyük şekilde dönüyor: Martin’in eşiyle yalnızca arasının bozuk olmadığını aynı zamanda aldatıldığını öğrenmesi gibi. Kaldı ki bu yola geri dönülemez şekilde girmiş ve geri dönmek zorunda kaldığında depresyona giren bir üyemiz de olduğunu öğreniyoruz: Tommy. Bu hikâyenin gerçek Gregor Samsa’sı belki de Tommy diye düşündürüyor bize film, zira Tommy de aynı Kafka’nın Samsa’sı gibi o geri dönüşü olmayan yola çıkıyor ve bu yolun sonunda o, ölümle yüzleşiyor. Tommy’nin kaybı ise dörtlümüzü (ki artık üçlümüz) aldıkları kararlar ve hayatları ile ilgili alkolün soktuğunun on katı büyüklüğünde bir sorgulama yoluna sokuyor.

Thomas Vinterberg’in klasik çekim üslubuna alışık olanlar için hiç de şaşırtıcı olmayan ama orijinal fikri ile izleyiciyi hem duygusal anlamda içine alabildiğince alan hem de iki saatlik eğlenceli dakikalar vaat eden bir film “Another Round”. Bu tarz orijinal işlere aç kaldığımız dönemlerde izleyici olarak yüzümüzü gülümseten, sanat ihtiyacımızı ise tatmin eden bir iş çıkarmış Vinterberg. İnci bunu beğendi <3. Mads Mikkelsen ise bir kez daha Hannibal’dan çok daha fazlası olduğunu bize gösterdi. Sadece Mads Bey de değil, ana kasttaki tüm oyuncular çok iyi iş çıkarmışlardı. Acaba gerçekten içtiler mi bu dayılar diye düşünmedim değil, ellerinize sağlık moruklar 😀

Eveeet sevgili okur. Yine bir filmi izledik, yazdık, çizdik. “Another Round” hayatlarımızın savrulduğunu hissettiğimiz bu dönemlerde altında kaldığımız su birikintisinden kafamızı kaldırmamız için bize güzel bir fırsat sunuyor. Eğer film konusunda benim görüşlerimi umursamıyor ve kendinize daha yetkili bir mercii arıyorsanız filmin “Festival de Cannes. Sélection Officielle” yazısı ile açıldığını bilmek sizi mutlu edebilir. Thomas Bey’in daha nice işlerini dört gözle beklediğimi belirtiyor, sevgilerimi size zarf içinde yolluyorum. Yanında birkaç yudum şarapla zarfınızı açabilirsiniz 😀
Yazı: İnci Ece Akyalçın