“Hithcock Amca, Size Baba Diyebilir Miyim?” – “The Woman In The Window” Eleştirisi

“The Woman in the Window” film afişi

Mer haa baa! İşte geldim buradayım! İstanbul Film Festivali’nden kafamı kaldırıp şöyle biraz da Netflix’e bakayım, acaba sırada hangi osuruktan Netflix Originals filmi var diye düşündüğüm bir günün arkasından aranızdayım. Bugün üzerine çene çalmak istediğim filim ise başlıktan da anlayacağınız üzere: “The Woman in the Window”.

Efendim filmin genel künyesine ve konusuna evvelce bir bakacak olursak: A. J. Finn’in (ne hikmetse) çok satan aynı isimli romanından Tracy Letts’çe beyaz perdeye uyarlanan “The Woman in the Window”; yönetmen koltuğunda “Darkest Hour”, “Atonement” ve “Pride and Prejudice” gibi türlü başarılı işleri ile yakinen bildiğimiz Joe Wright’ı karşımıza çıkarıyor. Agorafobisi (insan içine karışamama, kamusal alana çıkamama, ilgili durumda panik atak ile karşılaşma) sebebiyle evinden aylardır dışarı çıkmayan çocuk psikoloğu Anna (Amy Adams), sürekli dışarıyı gözlemektedir. Yolun karşısındaki daireye taşınan ailenin üyeleriyle farklı şekillerde tanışan Anna, dairede bir cinayet işlendiğine şahit olur; ancak içinde bulunduğu mental durum ve kullandığı ilaçlar sebebiyle bu cinayet konusunda insanları ikna etmekte sorun yaşar. Oyuncu kadrosunda Amy Adams’a, Julianne Moore, Gary Oldman, Jennifer Jason Leigh gibi usta isimler ile Fred Hechinger ve Wyatt Russell gibi yeni isimler de eşlik etmekte.

“The Woman in the Window” filminin uyarlandığı aynı isimli A. J. Finn romanı (Stephen King’in sağdaki yorumu karşısında çok şaşkınım. Kaç para aldınız Stephen King Bey siz de iyice saçmalamaya başladınız, a-ah!)

Sıra filmi çekiştirmeye geldi sanki ha! Önce filmin konusundan dem vurmak isterim. Sevgili yazarımız A. J. Finn’in romanının çarpıtılmadan ekrana aktarıldığına inanarak gönül rahatlığıyla konuşacağım, zira bir romanı filme uyarlarken yazardan bağımsız elleri kolları sallayarak film yapamazsınız. Efendim sayın A. J. Finn, siz neden bu kadar Alfred Hitchcock olmak için çabaladınız? Filmi hakkında hiçbir araştırma yapmadan izlemeye başladım (dediğim gibi bir süredir Netflix’e uğramadım), 5. dakikanın sonunda filmi durdurdum ve Google’a koştum. Keza haberim olmayan bir Hitch remakei falan mı yapıldı diye kontrol etme isteği duydum. Yani biliyorsunuz Hitch’in “Rare Window”u da bu hikâyeye çok da uzak olmayan bir hikâye (Bu pencere mevzusunun iyice tadının kaçtığı başka bir alan da var, meraklısı buraya tıklayabilir). Ama Nö! Baya 2018’de yazılan bir romandan uyarlanmış bir 2021 filmi… Pfff, bu kadar güncel tarih bu kadar bayat hikâyeyi hak etmiyordu. Farklı varyantlarını edebiyat ve sinemada defalarca gördüğümüz bu hikâyenin nasıl olup da çok satan olduğunu ve hatta dünyanın gelmiş geçmiş en iyi korku gerilim yazarlarından biri olan Stephen King’ce “tamamıyla orijinal” olarak addedildiğini inanın anlamam mümkün değil efendim!

Anna Fox rolünde Amy Adams

Konunun fazlasıyla alışılagelmişliğini bir kenara koyacak olursam, filmin ana karakterine yüklediği histerik hal ve zaman kavramının karakter için yitip gitmesi durumu da yine bu “alıştığımız” tarzın, “alışılmış” tekniklerinden biriydi. İzleyicide gerginlik ve merak yaratmak için başvurulan bu teknik, artık çokça kullanılmış olması hasebiyle merak yerine bıkkınlık yarattı diyebilirim. Tüm bu saydıklarıma hikâyenin sonu için yavaş yavaş hazırlanmak istenen vurucu twist anının, filmin yarısında tamamen anlaşılır hale gelmesini de ekleyince işler izleyici için hepten kabak tadı vermeye yüz tuttu.

Arkada Anna solünde Amy Adams ve önde Ethan Russell rolünde Fred Hechinger

Bu kadar olumsuz şeyden sonra diyebilirsiniz ki “Yahu hiç mi güzel bir şey göremedin 1,5 saatlik filmde?”, gördüm efendim. Filmimiz ana karakterin agorafobisi sebebiyle tamamıyla tek mekânda geçiyor ve dış mekânı ancak protagonistin gözünden, onun görmek istediği şekliyle, onun dünyasından seyrediyoruz. Yani 100 dakika boyunca üç katlı bir evin içinde Anna ile birlikte dolaşıp duruyoruz. Tüm bu elementleri göz önünde bulundurunca bu seyahati izleyiciyi bunaltmadan, doğru açılarla yansıtmak gerçek bir yönetmen işidir. Dolayısıyla Joe Wright’ın hakkını burada verelim. Özellikle final sahnesinde ana karakterin sakince merdivenlerden inişini aktarma şekli, mekânın derinliğini son anda da olsa bizlere bir kere daha son derece başarılı şekilde geçirmişti. Ancak konu itibarıyla yönetmenimiz de mi fazlaca etkilenmişti yoksa yazarın özel talebiyle mi bu nüanslar verildi bilmemekle birlikte, kaçma kovalama sahnelerinde (özellikle de merdivenlerde) yine Alfred Hitchcock’a sıkça selam durulmuştu. Hele ki bıçak-çığlık kombinasyonunun birebir “Psycho”ya gönderme olmadığına beni kimse ikna edemez! Ev için seçilmiş dekorasyon için sanat ekibini de tebrikleyelim. İçimizin kararması ve klostrofobik hissetmemiz gerekiyordu, hissettik…

Evdeki araştırma sahnesinden dedektifler, Anna ve Alistair Russell karakterinde Gary Oldman

Oyunculuklara geldiğimizde diyecek kötü hiçbir şey bulamam efendim, bulamam! Üstüme gelmeyiniz, zorlamayınız! Bir kere önce belirteyim ki şu Amy Adams Hanım hala neden bir Oscar alamıyor? Sizin bu kadından daha isteğiniz nedir? İzlerken yine hayran kaldım. Bakışlarındaki geçişler bile yaşadığı histeriyi son derece tutarlı ve abartısız şekilde aktarmaya yetmişti. Julianne Moore yine Julianne Moore, Gary Oldman yine Gary Oldman’dı: Yani ikonik! Hee şunu da belirteyim, birkaç sahnede “Léon: The Professional”ın Stansfield’ı bana bakar gibi oldum, Gary Oldman’ı bu tarz bir karakterde yeniden izlemek istediğimi fark ettim. Kendisi her role karakterinden sıyrılıp suyun şekil alışı gibi giriyor zaten, bunu biliyorduk. Ama bu adama psikopat verin, hepten bir güzel yapıyor bu adam bu işleri! Jennifer Jason Leigh ise varla yok arasındaydı ama yine yapacağını yapmıştı.

Eveeet sevgili okurlar, geldik bir film eleştirimizin daha sonuna. “The Woman in the Window” özetle, her ne kadar türdaşlarını tekrardan öteye gidememiş olsa da kafanızı dağıtmak istediğiniz bir anda sizi çok da yormadan vakit geçirmenizi sağlayacak bir film denilebilir. Yani çok da bir şey beklemeyin, Netflix’teyseniz (ve mucizelere inanmıyorsanız) zaten pek de üstün kalite yapım arayışında değilsiniz demektir. Son olarak gitmeden size o ünlü bıçak-çığlık kombinasyonunu da bırakıyorum ki ne demek istediğimi daha iyi anlayın. Kendinize çok iyi bakınız, sevgilerimi zarfa koydum gönderdim. Siz yine de açarken ilk etapta maskenizle açınız ve sevgilerimi havalandırınız!

Yazı: İnci Ece Akyalçın