Selam! Bugün, son yıllarda gerilim filmi aramış iseniz mutlaka karşınıza çıktığını düşündüğüm “A Quiet Place” filmleri hakkında konuşacağız. İlki 2018 yılında yayınlanan bu filmin ikincisi şu an ülkemizde gösterimde dostlarım. Her iki filmi de yüksek doz spoiler ile incelediğim bu yazıda, filmler başarılı mı yoksa başarısız mı ya da en azından izlemeye değer mi gibi sorulara kendimce cevap vereceğim. Ancak filmleri izlemediyseniz bu yazıyı okumamanızda fayda olduğunu zira filmleri neredeyse anlatacağımı yinelemek isterim. Üstümden vicdani yükü de attığıma göre yazımı okumaya devam edecek okurlarımıza şimdiden keyifli bir okumalar diliyorum.
“A Quiet Place” in her iki filmine de John Krasinski’nin filmlere tüm benliğini adamış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira kendisi filmlerin hem yönetmenliğini üstlenmiş ve senaristleri arasında yer almış ve hem de filmde baba rolüyle karşımıza çıkmaktan da geri kalmamış. Ayrıca filmde baba Lee Abbott (John Krasinski)’ın eşi Evelyn Abbott rolünde gerçek hayattaki eşi Emily Blunt oynamış. Adeta bir aile işletmesi olan bu film için “neden kendi çocuklarını oynatmadılar” sorusu aklımı bir miktar karıştırmış olsa da John çat kapı komşumuz olmadığından bu soruyu atladım. Eh kısmet diyelim. Bu arada filmdeki çocuklardan söz etmişken, Abbott çiftinin işitme engelli kızı Regan Abbott rolündeki Millicent Simmonds gerçek hayatta da işitme engelli olduğu bilgisini de vermek isterim.

“A Quiet Place” apokaliptik bir düzende geçiyor yani biz baba Lee Abbott, anne Evelyn Abbott, çocuklar Regan Abbott, Marcus Abbott ve minik Beau Abbott’tan oluşan ailenin, kör ama sese duyarlı, derisi zırhla kaplı olduğundan neredeyse öldürülemeyen birtakım yaratıklara karşı hayatta kalma savaşını izliyoruz. Filmin öncelikle iyi yanlarından söz edecek olursam (özellikle ilk film için) gerginlik hissini hemen hemen tüm film boyunca hissediyoruz. Örneğin, doğum ve çivi sahnesi izleyici olarak gerginliğimizin tavana ulaştığı sahnelerin başını çekiyor. Emily Blunt, Evelyn Abbott olarak iki filmde de oldukça başarılı bir performans gösteriyor ve hatta filmleri sırtlıyor demek yanlış olmaz (ama yine de kendisine film boyunca uyuz olduğum için pek iyi hisler beslemedim). Şu anda başkaca iyi yönler de bulmak istiyorum ama maalesef bulamıyorum. O nedenle mecburen kötüleri sıralamaya başlayacağım.
İlk örnekle başlayacak olursam, kardeşin ölümünden kendisini sorumlu tutacağı çok bariz olan kızın durumunu ne hikmetse baba bile fark edemezken küçük çocuk anlıyor. Babanın bu konudaki basiretsizliği sebebiyle küçük çocuk duruma el atmak zorunda kalıp “baba baba, sen az zekalı olduğundan aradaki bağı bir türlü kuramıyorsun, ama ablam kardeşimizin ölümünden onu sorumlu tuttuğunuzu düşünüyor. Lütfen ona, hala onu sevdiğini söyle” minvalinde konuşma yapmak zorunda kalıyor. Bu olay üzerine baba nihayet akıllanıyor ve ölmek üzereyken işaret diliyle seni hep sevdim falan diyor kızına. Oldukça dramatik biçimde çocukları için kendini feda edip bizimle vedalaşıyor. Açıkçası içimde zerre üzülme yaratmayan o anı keşke bu gözlerim görmeseydi. O kadar klişeydi ki!
Bir de Titanic çakması, mısır ambarı deposu sahnesi var ki evlerden ırak. Kız kardeş tahtanın üzerinde duramayıp ambarın içine doğru çekiliyor ve TAMAMEN batıyor. Ancak küçük çocuk 30 cm koluyla, her nasılsa, yüce Rabbimin bir hikmeti olsa gerek, dibi tutmasın diye tarhana çorbasını karıştırır gibi mısırları karıştırıyor ve kendisinin 1,5 katı ağırlığındaki ablasını, yukarı çekerek kurtarıyor. Üzerine daha fazla konuşmak bile istemiyorum açıkçası ama kendimi de durduracak değilim. Çekerken utanmadınız anladım da izlerken de mi utanmadınız bu sahneden, nasıl koydunuz filme? Acaba saçma olduğunu fark ettiniz ama ambar çok pahalıya mal olduğu için kullanmak zorunda mı kaldınız? Küçücük çocuk ablası bir girdap gibi mısırların arasına çekilirken nasıl onu geri çekebilir? Gözden kaybolmuşken nasıl bulabilir? Neyse yukarıda bahsettiğim gibi John kapı komşumuz olmadığından bu sorular bir kere daha cevapsız kaldı.
Size yukarıda babanın hafif salak olduğundan söz etmiştim hatırlarsınız, anne de eşinden aşağı kalır bir halde değil. Zira kendisi hem parazit hem manipülasyon uzmanı hem de ek olarak sınırlı zekalı. Bu kadar sert girişimin sebebi nedir diye soracak olursanız, bu çift yaratıklar çocuklarını yedikten sonra hemen yeni bir tanesini yapıyorlar (bir sonraki paragrafta parazit, manipülasyoncu vs. gibi ithamlarımı açıklayacağım). İnsanlar düzgün eğitim hayatı sunamazsam diye bile çocuk yapmazken, dışarıda yaratıkların kol gezdiği, her tarafın viran halde olduğu, hiçbir sağlık hizmetinin olmadığı, devlet kavramının olmadığı bir dünyaya çocuk getirmek nedir dostlarım sorarım sizlere? Dışarıda sese duyarlı yaratıklar var, ses çıktığı an kovalamaya başlayıp üzerinize atlıyorlar ama siz çocuk yapıyorsunuz. İnsan ırkı bu kadar önemli değil. İnsanlık tarihinde öngörülenin aksine savaş dönemlerinde nüfus artışı gözlemlenmiş olabilir ama siz bunu yapmak zorunda değilsiniz ki savaş dönemi bile bu dönemden daha belirlidir belki. Çocuk doğunca ağladığını yaratıklar duyup çocuğu yemesin diye tabut yapıp içine oksijen vermek için düzenek kurduğu dünyaya, tabutta büyütmek için çocuk yapılır mı?
Filme dair konuşmak istediğim mantık hataları hiçbir şekilde bitmiyor tabii çünkü maşallah bu konuda derya deniz. Eh bize de konuşacak malzeme çıktığından çok şikayetçi değilim. Bu yaratıkların kör olduğunu ancak sese çok duyarlı olduklarını konuşmuştuk hatırlarsanız. Yaratıkları öldürebilmek, yaratıkların sesi duydukları anda kafalarındaki zırhın kalkıp içindeki etin ortaya çıkması anında kafaya bir atış yapabilmekten geçiyor. Bu bilgiyi elimizde tutalım. Biz bir sahnede balık avlamaya giden baba ve oğuldan yaratıkların düzenli ve çok ses olan ortama gelmediklerini öğreniyoruz (örneğin dere/nehir kenarı gibi). E, o zaman şunu soruyorum, niye hala eski ahşap evinizde oturuyorsunuz ki? İlla TOKİ binası dikmenize gerek yok, nehir kenarına yavaş yavaş ağaçlardan bir ev yapıverin. Hiç olmadı Kızılderili çadırı gibi bir çadır kurun. Evde fısır fısır konuşacağınıza, çocuklarım iki oyun oynuyor diye üzerine yaratıklar çullanıp yer mi diye düşüneceğinize düzgün bir hayat yaşarsınız. Hadi bunu da geçtim, diyelim illaki evim de evim diye diretiyorsunuz. Babanın evde bir sürü güvenlik kamerası olan bir odası, yeterli miktarda teknolojik aletleri ve icatlar konusunda bilgisi var. Öyle ki bu odada kızına duyabilmesini sağlamak için kulaklıklar tasarlıyor. Neden evinizden biraz uzağa devamlı yüksek ses yayını yapan hoparlör gibi bir şey koymuyorsunuz ki? 7/24 çalarsın ve yaratıklar devamlı başka bir ses duyduğu için size gelemez. Yahut bir ses çıkart, yaratık gelirken alarm sesi gibi bir şey aç, yüzündeki et kısmı açılınca vur silahla. Ya da elinde fişek gibi bir şeyler taşı, bir ses çıkardığın an veya sevdiklerin tehlikedeyse patlat bir tane. Çok ortada değilsen yaratık seni aramaya geliyor zaten. Bu arada ses duyduğunda et kısmı açılıp öldürülen bir canlının insanları apokaliptik bir düzene sokabilmesi ayrı rezalet. Polis arabaları sireni açar, canavar gelirken bam vurur silahla veya tüfekle. Böyle böyle temizlerler şehri. Film baştan aşağı saçmalık gerçi ya, neyse.
Şimdi ikinci filmi eleştirmeye başlıyorum ve anneye neden manipülatif, parazit vs. gibi ağır ithamlarda bulunduğumu anlatacağım. Anne evden çocuklarıyla ve yeni doğan bebeğiyle çıkmak zorunda kalıp birinin yanına sığınıyor. Adam apokaliptik düzenden önce ahbapları imiş meğer. Bebeğini falan gösterip (ki yani yaratıklar varken yaptın sen o bebeği) bana yardım etmek zorundasın, benim eşim hayatta olsa kesin senin çocuklarına bakardı ühühüh falan diye duygu sömürüsü yapıyor. Birincisi, o çocuğu hür iradenle yaptın ve yaratıklar vardı. İkincisi, kimse senin çocuk sevdan ve ailecek basiretsizliğiniz sebebiyle sınırlı kaynaklarını paylaşmak zorunda değil. Üçüncüsü, kimse senin çocukların için hayatını tehlikeye atmak zorunda da değil. Neden milletin üzerinden geçinmeye çalışıyorsun ki? Zaten çocukların da pek akıllı sayılmaz genel olarak. Mesela bir tanesi kardeşine bakması gerekirken dışarı çıkıyor, nereyi gezecekse! Sanki dışarısı bana Pera Müzesi. Evladım ne yapacaksın dışarıda? Tabii ki ses çıkardığını söylememe gerek var mı bilmiyorum. Hem adamın sığınağına kondunuz hem kaynaklarını tükettiniz hem barındığı yeri belli ettiniz. Özellikle yaratıkların bir çeşit hafızası varsa geçmiş olsun. Bir aile, yeni doğan bebek ve işitme engelli kız hariç, tüm fertleri yönünden zarar ziyan olabilir mi ya? Hayret bir şey.
İkinci filmden devam edersem dostlarım, bu filmde gerginlik unsuru artık bizim için neredeyse yoktu (en azından benim için). Çünkü ilk filmden dolayı aniden yaratık atlamasına alışmıştım, herhangi bir aile ferdini yaratıklar yerse de doğal seleksiyon olduğuna dair inancım tamdı. Yaratığın bir çeşit zayıf noktasını da buldular. Dolayısıyla oyuncular tehlikeyle baş başa kaldığında içimden “inşallah yerler sizi şu an” diye düşündüğüm için ve bir yöntem buldukları için filmin ikincisi beni hiçbir yönden bağlayamadı. Biraz yaratık saldırısının başladığı günden söz etmeye çalışmışlardı ki o da epey başarısızdı. Çünkü ne yaratıklar hakkında bir şey öğrenebildik ne çok iyi kaçış sahneleri izledik ne de bize bir şey kattı (ilk film ile ikinci filmi art arda izlediğimiz için erkek çocuğun büyüyüşünü fark etmek garip hissettirdi). Keşke ikinci film hiç çekilmeseydi ve yalnızca ilk film olsaydı. Çünkü ilk filmi her ne kadar mantık hataları barındırsa da hoş görebilmiştik ve yarattığı gerilim açısından çok daha başarılıydı.
Evet dostlarım bu haftaki incelememin sonuna geldik. Oldukça gömdüğüm bu film ile benim eleştirilerim hakkındaki düşünceleriniz nelerdir, merak ediyorum. Umarım sosyal medya hesaplarımızdan paylaşırsınız. Haftaya görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.
Yazı: Yağmur Sevindik