Selam dostlar! Bu haftaki film önerim “Ciğerimin dağlanacağı bir şeyler izleyeyim fakat Netflix’te bulunsun.” diyenlere geliyor: “Beasts of No Nation”.
*Yazıda ara ara çeşitli boyutlarda spoiler verilecektir*
“Beasts of No Nation”, iç savaşın insanlar ve belki spesifik olarak çocuklar üzerindeki tahribatını, savaşın mağduru bir çocuk olan Agu’nun gözünden anlatıyor. Filmin içine özenle yerleştirilen diyaloglar, Agu’nun düşüncelerini ve düşüncelerinin gelişimini paylaştığı anlar, abinin bir gün önce kas yaparken ertesi gün bambaşka bir yerde olması, militanken bile çocuk olması sebebiyle oyun oynaması, büyümemesi ama büyükmüş gibi muamele görmesi ve büyük kararlar almak zorunda bırakılması, uğradığı türlü istismar gibi birtakım unsurlar savaşın yıkıcılığını tüm boyutları ile anlayabilmemize olanak sağlıyor.
Bu filmde mesajların yedirilme kısmı dışında yumuşak bir şeye rastlamak neredeyse mümkün değil. Mesela kumandan (filme ilk girdiği sahnedeki hali neydi ya, podyumdan yeni inmiş mübarek) ve başkumandan arasındaki ilişkinin politika-savaş-asker ekseninde değerlendirlbileceğimiz doneler, savaşta tüm insanların ve dahi çocukların bile tarafsız kalamayacağını acımasızca anlatan sahneler (herkesin kimdensin benzeri sorular sorup kişinin yaşam ve ölümünü buna göre belirlemesi), yaşanan vahşetin devamı ve sorgulanmaması için yapılan motivasyon konuşmaları ile ağır eğitimler, (komutanın iyi olduğuna ilişkin yaptırılan tezahürat çok manidardı), bahsedilen konuşmalarda ortak düşman belirlemek, bir çocuğu bile ailesinin ölümü/öldürülüşü ile yönlendirmek, Strika’nın kız çocuğu olduğunu saklamak zorunda kalması (anlaşılmamak için duymasına rağmen konuşmaması, vurulduğunda dahi sesini çıkartmak istememesi) ve daha birçok sahne bizi derinden sarsıyor. “Beasts of No Nation”ı yeterince üzücü olan olayları haddinden fazla ajite etmeden ve doğru anlatım ile bıkkınlık yerine insanda öfke duygusu uyandıran başarılı sahnelerin ardı ardına dizildiği bir film olarak özetlemek mümkün.

Biraz da filmin oyuncularından söz etmezsem sanırım ayıp etmiş olurum. Filmde Agu’yu canlandıran Abraham Attah, filmi sırtlayıp bu ağır rolün üstesinden başarıyla geliyor. Aslında tek gayesi annesini bulmak olan bir çocuğun (çünkü annesinden ayrılan bir çocuğun gayesi ne olabilir ki?) günden güne değişimini, fiziksel ve duygusal olarak istismar edilişini bize başarılı biçimde anlatıyor. Son sahnelerde Agu’nun kamp psikoloğu hanımefendi ile yaptığı konuşma ise oldukça yaralayıcı ve bir çocuğun asla yapmamasını umduğumuz türden. Çocuk oyunculardan Strika karakterini canlandıran Emmanuel Nii Adom Quaye’nın özellikle kurşun izini gösterdiği sahnenin tamamındaki başarısından bahsetmeden geçemeyeceğim. Son olarak filmin diğer yıldızı komutan rolüyle İdris Elba’dan söz ederek bu bahsi kapayacağım. Kendisi oldukça etkileyici bir performans sergiliyor ve bu sürpriz değil.
Film hakkında son bir değerlendirme yapacak olursam, başta film yavaş aktığı için ve “Eee?” diye düşündüğümden hikayenin içine girmekte problem yaşadım. Akabinde durumların hızlıca değişip kötüleşmesine şahit olmak hikayenin aceleye getirildiği hissini verdi (Bu hissi filmin devamında da duydum). Tampon bölgenin savaş alanına çabucak dönüşmesi sonucunda sert bir geçiş ile hikayeye dalış yaptık ve savaşın nedenini ya da neden bu hale gelindiğini anlayamadık. Eğer savaşa değil de savaşa maruz kalanların hikayesine odaklanmak istendiyse o zaman yan unsurların fazlaca hikayeye dahil edildiğinin kabulü gerekir. Zira hikayedeki boşluklar, bazı karakterlerin ortaya çıkışı ve davranışları hakkında bizi sürüncemede bırakmış oldu. Mesela köy bir günde kötüleşecek hale gelmeden neden köyden çıkarılmadılar, tampon bölgenin savaş alanına çevrilmesi hiç mi beklenmeyen bir şeydi, gerillalar, ulusal kuvvetler ortada hiç mi yok, yok ise nasıl birden ormanda örgütlendiler, başkumandan ile kumandanın konuşmasından birliği desteklemesinin başından beri politik pozisyon alabilmek ve el güçlendirmek için kullanmak istediği bir piyon grubu olduğunu çıkarmalı mıydık? Hikayenin devam kısmı da olması gerekenden uzun tutulduğu için seyirciyi elde tutma konusunda hafif bir düşüş yaratıyor bence. Nihayetinde ise ölüp durmalarına, temiz su bulamamalarına, düzgün yiyecek bulamamalarına karşın hiç isyan etmemiş birlik bir anda, bir kişinin “Ben çalışmayacam gardaşım ne bu rezillik?!” demesini beklemiş gibi dağılıyor. Öncesinde iki üç isyan, efendime söyleyeyim bir iki homurdanma falan duysaydık da inandırıcılığı artsaydı bari. İki saat film çekip buraları düzgün bağlamazsan göze batar tabi. Ayrıca Agu’ya odaklandığını söyleyebileceğimiz hikayenin sonuna nasıl gelindi, o sıralarda Agu ne düşündü, annesine kavuşmayı umdu mu, umutları var mı ya da söndü mü, hiçbir şey anlamadık. Yalnızca savaşın devam ettiğini biliyoruz, o kadar.
Sonuç olarak dostlarım bu film hakkında bir puanlama yapsam normalde 7.3 civarı verecekken, oyunculukları göze alarak 7.5-7.6 civarı verebileceğimi düşünüyorum. Üzüleceğiniz bir şeyler izlemek isterseniz size iyi ve ulaşılması kolay bir alternatif olacaktır. Bu haftalık benden bu kadar. Kalın sağlıcakla.
Yazı: Yağmur Sevindik