Eveeet, herkese merhaba! Muazzam ezgileri kulağıma doldurup siz okurlarla paylaşma isteğiyle kıpır kıpır olup yerimde duramadığım başka bir günden herkesi selamlıyorum. Geçtiğimiz günlerde, bir yandan birbirinden güzel yeni albümleri kendi cümlelerimle değerlendirir ve eleştirirken, diğer yandan da benzer şekilde bambaşka albümleri ve teklileri dinlemekle meşguldüm. Bunun neticesinde, bir adet anma yazısı ve yine bir adet toplu albüm değerlendirmesi hazırlamıştım. Bu yazımda ise bundan yaklaşık üç ay evvel ilk teklisini dinlediğimiz (buradan değerlendirmeme ulaşabilirsiniz) yepyeni Japanese Breakfast uzunçaları “Jubilee”yi ele alacağım. Kemerleri bağlayalım lütfen, uçuş başlıyor!
Güney Kore doğumlu Amerikan müzisyen Michelle Zauner’in solo projesi olan Japanese Breakfast, 2016’da ilk uzunçaları “Psychopomp”ı yayımladığında özel bir şeyle karşılaştığının farkındaydı aslında müzik çevresi. Zira, bu albümün tek seferlik bir mucize olmadığını kanıtlamakta da pek gecikmedi sevgili Michelle ve yaklaşık bir yıl sonra benim de kendisini tanımamda ve çok sevmemde en büyük rolü üstlenen “Sounds From Another Planet” adlı ikinci uzunçalarını piyasaya sürdü.
Daha önceki iki albümünde sırasıyla annesinin vefatını ve bir bütün olarak hayatın varoluşsal temalarını ele alarak bize lush ve dream pop çizgisinde birer hazine sunan Michelle, bu sefer tüm bu olan bitenin, kabul ediş aşamasının sonrasını anlatıyor aslında bir yerde. Daha elektrikli bir sound, indie pop ile çok daha fazla haşır neşir olunan parçalar, bir önceki albümde var olan detaylarla birleşerek bizlere oldukça hoş bir dinleme sunuyor.

Sevgili Michelle, ilk iki albümünde, özellikle de ikincisinde, kendini iyiden iyiye hissettiren ve albüme damgasını vuran dream pop soundunu daha bir geliştirerek ortaya daha da olgun bir sound çıkarmayı fevkalade bir şekilde başarmış. “Paprika” adlı giriş parçasıyla dinleyiciyi kolaylıkla kendine çekmeyi başaran Michelle, girişte de belirttiğim gibi daha evvel ele aldığım albümün ilk teklisi olan “Be Sweet” ile iyice bizi havaya sokuyor. Synthesizer kullanımı ile 80lere selam çakmayı ihmal etmeyen Michelle’in nostaljik enstrüman kullanımını modern aranjmanlar ve bestelerle birleştirerek ne kadar güzel bir sonuç elde ettiğini de göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum.
Devamında gelen “Kokomo, IN”, “Slide Tackle” ve “Posing In Bondage” gibi parçalarla bir önceki parçalarda oluşan gündüz hayalleri ve nispeten daha pembe olan hava, biraz daha geçmişe yönelik kayıplara yöneliyor. Direksiyonu geçmişe döndürürken, önceki albümlerinden farklı olarak soundun değişiminden ipucunu aldığımız aşama farkı söz konusu elbette.
Buradan sonra gelen “Sit” adlı parça, albümün kalanında bir tık ayrılmış. Daha hafif bir çizgide ilerleyen kalan parçalara nazaran kulaklara daha bir hâkim olan rahatsız edicilikle hoşnut olmak arasındaki sanatsal ve incecik çizgiyi yakalayabilen bu şahane parça, Michelle’in şarkı yazım yeteneğinin ve albüm prodüksiyonunun ne derece gelişkin olduğunu gözler önüne seriyor.
Daha sonra albümün bana göre diğerlerinden bir tık aşağıda kalan parçası “Savage Good Boy” ile devam ederken artık açıkça üzücü bir parça olduğunu hem sözlerinden hem de müziğinden rahatlıkla algılayabildiğimiz “In Hell” parçası ile yavaş yavaş Michelle tarafından keyifli bir 37 dakikanın sonuna doğru hazır hale getiriliyoruz. Daha sonra karşı karşıya geldiğimiz sondan bir önceki parça “Tactics”, romantik mırıldanmalar, şahane enstrümantasyon ve Zauner’in oldukça üzücü lirik seçimiyle duygu yükünün tekrara kalmadan su üzerinde kalmasını sağlıyor. En nihayetinde Michelle, “Posing For Cars” adlı final parçasını ballad şeklinde tasarlayıp ortasından sonuna dek uzanan yoğun bir gitar solosu ekleyerek 6 dakikalık güçlü bir beyanatla albüme noktayı koyuyor. Bu beyanatın 2 dakika 30. saniyesinden sonrası ise o yoğun gitar solosundan oluşmakta. Bu katarsisvari dakikaları oldukça başarılı bulduğumu söylemem gerekiyor. Zira, fonetik karşılığı olmayan hisleri aktarmaya çalışmak hiçbir zaman kolay olmamıştır.

Genel anlamda bu albümden memnun muyum? Kesinlikle. Son albümden bu yana geçen 4 sene içerisinde Michelle, sanatsal anlamda kendi ufkunu geliştirerek pop sularına girmiş ve eskiyle yeniyi, nostaljik ile moderni şahane bir biçimde harmanlamayı başarmış. Aynı anda hem coşkun hem de rahatlatıcı bir albüm yaratmayı başararak biz hayranlarını bir kez daha etkilemeyi başaran Michelle, kendi müziğinin en dahili kısımlarına filizlenen o yepyeni hisleri enstrümanlarına yansıtarak bizleri büyülemeye devam ediyor işin açıkçası. Evvelden beri müziğinin içten kısmını öne çıkaran Michelle, pop kısmına daha fazla yönelerek bizlere bu çok hoş albümü armağan etmiş bulundu. İyi ki var efendim.
“YAZ ALBÜMÜ GİBİ”
Rolling Stone dergisiyle gerçekleştirdiği bir röportajda, “Üçüncü albümümün en dramatik ve ileriye dönük en kuvvetli adım olmasını istediğimin farkındaydım, bunları yaparken de her bir kası esnetip alet çantasında her bir aleti kullanarak yapmak istiyordum.” diyen Zauner, “üçüncü albüme dek kim olduğunuzu ve bir sanatçı olarak ne yapmak istediğini gerçekten bilmeniz gerekiyor. Ve ben de bu bağlamda elimden geleni yapmak istedim.” cümlelerini kurarak albüm hakkındaki kişisel düşüncelerini dile getirdi.
Bu şahane albümden üç adet parçayı CBS Saturday Sessions programında canlı icra eden Michelle Zauner’in ileride nasıl bir yöne doğru dümeni kıracağı henüz meçhul. Ancak bildiğimiz tek bir şey onun hakkındaki düşüncelerimizde her daim daha da haklı çıktığımızı bizlere hatırlatıyor: sonu olmayan bir yaratıcılık.
Favori parçalarım: Paprika, Sit, Tactics, Be Sweet
Albüme puanım: 8,5/10
Yazı: Ege Demir