Eveeet anneler günü listemiz olur da babalar günü listemiz olmaz mı? Tabii olur! “Ben sana güveniyorum, çevreye güvenmiyorum!”, “Çok geç kalmadan eve gel!”, “Belin açık üşüteceksin!”, “Şu benim telefonun şu zımbırtısına bi bakıver.” ve son olarak en büyük klasikleri “Sen daha çocuksun ne anlarsın…” ile babalarımız. Her biri toplumun üstlerine yüklediği saçma ataerkil kalıplar altında ezilmek ve belki de maalesef ezmek zorunda kalan ve kafalarında yer etmiş baba rolü mecburiyetleri içinde sıkışan; ama yine de hepimizi çok seven babalarımız… Biz de sizi çok seviyoruz! Ee peki sinemada bunlardan yok mu? Hem de bir sürü var… Ancak biz burada yalnızca kafamıza nüfuz etmiş olan babalara yer verebildik, e malum sonuçta bu da bir Manas Destanı olamaz. İşte karşınızda kâh sevdiğimiz kâh nefret ettiğimiz “Sinemanın İyisiyle Kötüsüyle Hafızalara Kazınmış 10 Babası”.
1- DON VITO CORLEONE / “THE GODFATHER”

Don Vito Corleone rolünde Marlon Brando, “The Godfather”, 1972
İsmi bile “Baba” olan bu film ile listemize klişe bir giriş yapmazsak olmazdı efendim. Mario Puzzo’nun sinemada Francis Ford Coppola’nın perspektifiyle devleşen aynı isimli romanından uyarlanan “The Godfather”, hikayesi ile hepimizin artık ezbere bildiği bir başyapıt. Peki kimdir bu “Baba”? Ünlü İtalyan gangsteri, yani bir “mafia”, Don Vito Corleone’nin kendisi ve ailesi çerçevesinde şekillenen “The Godfather” hafızalarımıza birçok replik ve sahne ile kazınmış olsa da herhalde hepimiz önce Marlon Brando’nun kedi ile olan bu pozunu hatırlarız. İtalyan kültüründe baba kavramı ve mafya camiasında “baba” olma üzerine hepimizi aydınlatmakla kalmıyor “The Godfather”, aynı zamanda bize Don Vito’nun babalığını da gösteriyor gerçekten. “Sana sevdanın yolları, bana kurşunlar” mottosu ile İbrahim Tatlıses’e meydan okuyan Vito, seni unutmamız ne mümkün?
2- YAŞAR USTA / “GÜLEN GÖZLER”

Efendim herhalde baba diyecektik de “Bak Beyim!” diye başlayan o efsanevi repliği ile Yaşar Usta’yı atlamayacaktık. 1977 tarihli bir Ertem Eğilmez filmi olan “Gülen Gözler”, her karakteri ile ayrı şekilde tarihe kazınmış bir film. Kendisinde sevgiden fedakarlığa her türlü güzel duyguyu görmekle birlikte, bir yandan da kız çocuklarına karşı özellikle de flört, evlenme ve benzeri konularda baş gösteren yer yer baskıcı yaklaşımıyla toplumsal çürümüşlüğümüze de ayna olan Yaşar Usta… Seni unutmak ne mümkün. Çünkü seeen Yaşar Usta, seeeen büyüksün!
3- TED KRAMER / “KRAMER VS. KRAMER”

İyisiyle kötüsüyle unutulmaz babanın tam karşılığı olan bir baba ile karşınızdayız şimdi de. Avery Corman’ın aynı isimli romanından 1979 tarihinde Robert Benton tarafından uyarlanan “Kramer vs. Kramer”, sevmeyerek başladığımız ama sonlarda gözlerimiz dolu dolu aşkla bakarak sevdiğimiz bir baba ile tanıştırıyor bizi: Ted Kramer. Eşinin artık dayanamayarak evi terk etmesi sonucu oğlu Billy ile baş başa kalan işkolik Ted’in, hayatını oğlu için yeniden inşa etmesini 1 saat 45 dakika ile bize sunan “Kramer vs. Kramer”, babalığın öğrenilen bir duygu olduğunu ve ne de güzel icra edilebildiğini bir kez daha gösteriyor bizlere.
4- JACK TORRANCE / “THE SHINING”

“Where is Johnny?”. İşte karşınızda sinemanın en deli babalarından bir tanesi. Stephen King dehasının en verimli mahsullerinden biri olan “The Shining”in 1980 tarihli Stanley Kubrick uyarlamasında (Çünkü bu filmin bir de 1997 senesinde Mick Garris tarafından çekilmiş 3 bölümlük bir mini dizi versiyonu da var ve açıkçası bu filmden daha da mükemmel) Jack Torrance ile devleşen Jack Nicholson, meşhur balta sahnesi ile hepimizin aklına kazınmıştır herhalde. Jack Nicholson’ın yeteneğini takdir etmek adına balta sahnesine hazırlandığı anları izlemenizi tavsiye ediyor, Jack Torrance’ı ise “Bu denli de delirilmez ki güzel gardaşım!” şeklinde kınıyoruz. Johnny’i Kırmızı Oda bile paklamaz diye düşünürken, zaten paklamadığını “Doctor Sleep” filminde bir kez daha görmüş olduk, izlemeyenler koşun onu da izleyin.
5- ANAKIN SKYWALKER – DARTH VADER / “STAR WARS: EPISODE VI – RETURN OF THE JEDI”

Biri kötü baba mı dedi? Efendim oğluyla kılıç kılıca savaşmış, oğlunun elini bile kesmiş ama son anda ikrah etmiş o koca yürekli baba kim ola ki? Tabii ki biriciğimiz Darth Vader’dan bahsediyorum. George Lucas’ın yarattığı efsanevi Star Wars evreninin ilk üçlemesinin Richard Marquand tarafından yönetilen son filmi “Star Wars: Episode VI – Return of the Jedi” karşımıza sinemanın en sıkıntılı baba-çocuk ilişkilerinden birini çıkarıyor. “Luke, I AM your father” repliği ile efsaneleşen bu ilişki çoğu kez babamıza uzun uzun bakıp “Yarabbi şükür!” çekmemize sebep oluyor. Babanız arada sırada size “Paralarım seni eşşoleşek!” dese de hiç “Don’t make me destroy you!” dememiştir diye düşünüyor ve Darth Vader Beyefendi’yi babalık klasmanında üç hayırla uğurluyoruz.
6- SAM DAWSON – “I AM SAM”

Rahat, hazır ol, mendilleri çıkar! Efendim sizi ağlatma garantili bir baba ile karşınızdayız. Hani o hepinizin içiniz çıkarak ağladığınız “7. Koğuşta Mucize” var ya, heh işte onun esas atalarına gidiyoruz şimdi. Zihinsel engelli bir babanın özel durumu sebebiyle çocuğunun velayetini kaybetmesi ve kızını geri alma mücadelesini anlatan 2001 yapımı “I Am Sam”, sevginin ne kadar saf olduğunu ve öyle ya da böyle babanın baba olduğunu görmemizi sağlayan nadide filmlerden. Sean Penn’in efsanevi performansının yanı sıra, Lucy karakteri ile başarılı oyuncu Dakota Fanning’in 7 yaşında sinemaya attığı ilk ciddi adımı da izliyoruz “I Am Sam” ile. Michelle Pfeiffer’ın ve Sean Penn’in muhteşem sahneleri ise kalbimizi bir tık kırıyor ve babamıza gidip de sarılmak istiyoruz. Bizi paramparça ettin Sam Dawson!
7- ROYAL TENENBAUM – “THE ROYAL TENENBAUMS”

Wes Anderson’ı Wes Anderson yapan film ile karşınızdayız: “The Royal Tenenbaums”. Her türlü sahtekarlığı tek bünyede toplayıp aile babası yaptığınızda elde edeceğiniz isim kim derseniz herhalde herkesin aklına gelecek ilk baba Royal Tenenbaum’dur. 1 saat 50 dakika boyunca Gene Hackman’ı Royal Tenenbaum karakterinde gülerek izlerken aynı zamanda Wes Anderson’ın kendine has tarzını çatır çatır yansıttığı bir sinema harikası da izlemiş oluyoruz. Sahtekarın dik alası da olsan sen de bir babasındır en nihayetinde Royal Bey. Filmin sonu ise yine kendine has sürprizi ile zaten senden yana gönlümüzü alıyor diyelim 😊.
8- MICHAEL SULLIVAN / “ROAD TO PERDITION”

Tom Hanks ismi zaten başlı başına içimizde bir sevgi yaratıyorken bir de evladı için çabalayan baba Tom Hanks… Ah kalbimiz! 2002 yapımı Sam Mendes filmi “Road to Perdition”, insanın başına ne gelirse ya meraktan ya da olur olmadık yerleri gözetleyip cinayet görmekten gelir mottosundan yola çıkarak, cinayete şahitlik eden oğlunu kaçırıp korumaya çalışan tetikçi Michael Sullivan’ın hikayesini konu alıyor. Fedakâr baba olmasının yanı sıra benim için Michael Sullivan’ı özel yapan şey ise, Tom Hanks’i sert adam kabında izlememize vesile olması. Bir baba çocuğu için neler yapabilir, ne kadar ileri gidebilir? Michael Sullivan size tatmin edici bir cevap verecektir.
9- CHRIS GARDNER / “THE PURSUIT OF HAPPYNESS”

Chris Gardner’ın aynı isimli otobiyografik romanından 2006 senesinde Gabriele Muccino tarafından beyaz perdeye uyarlanan “The Pursuit of Happyness”, “E daha bu baba ne yapsın çocuğu için?” dedirtiyor biz izleyicilere. İş hayatı tepetaklak olan ve karısı tarafından terk edilen Chris’in, oğlu Christopher için sonu gelmez çabalamalarını ve fedakarlıklarını 1 saat 57 dakikada içimizi çeke çeke izliyoruz. Filmle ilgili ufak bir tatlılık ise baba oğlu, gerçek baba oğul Will ve Jaden Smith’in canlandırması. Koca yürekli cefakâr baba Chris Gardner seni de unutmayacağız!
10- DANIEL PLAINVIEW / “THERE WILL BE BLOOD”

Geldik eve dama sokulmaması gereken bir adam tiplemesine, Daniel Plainview. Paul Thomas Anderson’ın sinematik zekasının en karanlık ürünü olan “There Will Be Blood”, gözünü para hırsı bürümüş acımasız bir adam olan Daniel Plainview’un petrol kuyusunda ölen işçilerinden birinin yeni doğan oğlunu evlat edinmesi ile seyircinin kafasını karıştırsa da 2,5 saatlik macera boyunca bize aslında çok yanıldığımızı türlü yollardan kanıtlıyor. Bir baba nasıl olmaz, işte böyle olmaz. İnsanlıkta ve babalıkta sınıfta kalan Daniel Plainview, kötüsüyle asla unutamayacağımız yegâne babalardan. Bu karanlık rolün Daniel Day-Lewis’e En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde ikinci Oscar’ını getirdiğini de belirtelim.
BONUS BABALAR:
DANIEL HILLARD / “MRS. DOUBTFIRE”

Pazar günü aile sineması deyince akla ilk gelen yönetmen Chris Coloumbus’un 90lı yıllarda çocukluk geçirmiş bizlerin aklında derin şekilde yer eden harika filmi “Mrs. Doubtfire”, çocukları ve ayrıldığı eşine yakın olmak için dadı kılığına giren Daniel Hillard karakterini karşımıza çıkarıyor. Hem güldüğümüz hem de kalbimize dokunan bu harika film, kafamıza Robin William’ı kadın kılığıyla kazıyor ve asla unutmayacağımız bir baba daha bırakıyor bizlere.
JACK BYRNES / “MEET THE PARENTS”

Unutulmaz babalar arasında “Meet the Parents” serisinin Jack Byrens’ını da anmadan geçmek istemedik. Üç filmlik serinin üç filminde de aklımıza farklı bir repliği ve sahnesiyle kazınan Jack Byrens, Robert De Niro’nun komedide de ne kadar iyi olduğunu görmemizi sağlıyor ve “Bir kez bir şeyde kötü ol e mi!” şeklinde sitemkâr bir beyanda bulunmamızı sağlıyor.
Yazı: İnci Ece Akyalçın