İletişimin ABC’si

Merhabalar, uzun bir aradan sonra yeniden bir yazı kaleme almak istedim. Bugün yazımın merkezindeki kitap ise Türkiye’de iletişim bilimin kurucularından sayılan değerli sosyolog, iletişimci ve çevirmen Ünsal Oskay’a ait “İletişimin ABC’si” eseri oldu. Genelde buna benzer X’in ABC’si yahut X 101 gibi isimlendirmelerle çıkan eserlere, kitap olsun dizi olsun ihtiyatlı yaklaşan biri olarak bu esere de Ünsal Oskay faktörüne rağmen aynı ihtiyatla yaklaştım. Çünkü genellikle bu tip adlandırmalı eserler fazlasıyla yüzeysel, suya sabuna dokunmayan ve üstünkörü nitelikte oluyor. (bkz. Aşk 101 dizisi) Ancak gördüm ki bu eser …ABC’si şeklinde olsa da aslında eksiği yok fazlası var. Hatta özü itibariyle ABC’nin de ötesinde olduğunu söyleyebilirim. Az ve öz deyiminin hakkını veren kitaplardan biri olmuş.

İletişimin ABC'si

Oskay, eserde çok temel sayılabilecek şeyleri dahi olabildiğince sade ama etkili ve belirli yoğunluk düzeyinde ele almış. Bu yönüyle de epey etkilendiğimi söylemeliyim. Eserde iletişimin nasıl işlediğinden, iletişim sürecindeki etkinliklerden, araştırmalardan ve bulgulardan günlük hayatımızdaki örneklerden de yararlanılarak bahsedilmiş. Son olarak ise kitle iletişimi ve değişen hayat biçimimizle birlikte değişen iletişime ilişkin saptamalara rastlıyoruz.

İletişimin ABC'si

İletişim için, insanın doğayla ve çevresiyle etkileşim biçimidir diyebiliriz. İnsanın olduğu yerde toplum, topluluk vardır ve toplumun olduğu yerde de iletişimin varlığı kaçınılmazdır. Sanırım bu bağlantı nedeniyle de iletişim anlamındaki communication sözcüğü topluluk anlamındaki community ile aynı kökten gelmektedir. İletişim günlük yaşamımızdaki her türlü öğeyi bize gösterir, tanımlar ve bizlere rollerimizi gösterir. Bir anlamda toplumsal sistemin sürüp, yeniden üretimini de sağlamaktadır. İletişimin temelinde dil vardır ancak buradaki dili geniş anlamamız gerekecektir. Yalnız sözler değil fakat beden dili, jest ve mimikler vs. de buna dahildir. Hatta Oskay’a göre mekan kullanımı dahi bir dil biçimidir. Örneğin müdür odasının memurların odasından ayrı bir konumda olması ve özel olarak düzenlenmesi bunu gösterir. Aynı tablo aynı zamanda toplumdaki egemenlik ilişkilerinin de bir sembolüdür. Keza öncelik verilen toplumsal yapılar dahi (devlet daireleri, tapınaklar vs.) egemenlik ilişkilerini yansıtmaktadır. Oskay, öte yandan bu durumun yani günlük dilde örneğin amir-memurlu konuşmanın bizlere insanlar arasında eşitsizliğe dayanmayan bir ilişkinin olamayacağını telkin etmektedir. Özetle dil ve dilin kullanım biçimi bizlere belirli hayat tarzını gösterir ve ‘normal’ olanı gösterir denilebilir.

Bilirsiniz İncil’de geçen meşhur ifadedir: Önce söz vardı… Bu bana göre bir bakıma sözcüklerin sihrini vurgulamaktadır. Sözcükler ve geniş anlamıyla dil, iletişim sihirli iyi veya kötü sihirli etkilere sahiptir. Oskay bu bağlamda da harika bir örneğe yer vermektedir. “Geri kalmış ülkeler dendiğinde, bu ülkelerin geri kalmışlığında önemli rolü olan iç dinamiklerin yanı sıra, gelişmelerini önleyen dış dinamikleri de gözlerden saklamış oluruz. Geri kalmışlık yalnızca ülkelerin insanlarının yetersizliklerinden, yeteneksizliklerinden oluşmuş bir durum olarak kavramsallaştırılmış olur.”

İletişimin ABC'si

Günümüz iletişimiyle ilgili olarak “uzağın yakın, yakının uzak oluşu” olgusundan bahsedilebilir. Bunu özellikle kitle iletişimi için söyleyebiliriz. Rasyonel boyutundan çok duygusal boyutun ön planda olduğu ve sözel kanaldan çok görsel kanalın etkin olduğu bir söylem dünyasının içindeyiz. Kültümüz de buna göre biçimlenmektedir. Zira başka kıtalardaki magazinsel gelişmeleri çok daha yakın olarak görebilirken, semtimizdeki olay ve olguları göremiyoruz, bizden uzaklaşmış durumdadır. Bizler gerçek dünyayı olduğu gibi, asıl haliyle değil kitle iletişim araçlarının uygun gördüğü ve “meslek etiğine” göre işlenmiş haliyle bize servis edilen şekilde görürüz. Yani bir bakıma “ürüne dönüştürülmüş” bir dünyada yaşıyoruz denilebilir. Tüketim toplumu bu muydu ?! diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Sanırım bu evet. Tam da bu endüstrileşme karşısında Oskay’ın şu tespitini de çok değerli buluyorum: “Büyük devletlerin çıkarlarına zarar veren yerli yönetimlerin uyguladığı şiddeti birinci sayfada resimli veren; buna karşılık bu şiddetin de temelini oluşturan ülkeler arası refah farkının nereden kaynaklandığına ilişkin haber, yorum ve yazıya görülür sayfalarında yer vermeyen gazetelerin, medya araçlarının okuyucusu olmamız sürdükçe, kendi ülkemizin sorunlarını bile, gelişmiş ülkelerin perspektifinden görmeye başlarız.” Bu hakim paradigmanın dışına çıkarak da düşünmemizin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Çünkü verili dünyamızda adeta “default” olarak belirli paternler, kalıplar içinde düşünüp analizlerimizi yapmaktayız. Hatta bana göre analiz demek bile doğru gelmiyor, irrasyonel çıkarımlar olarak görmekteyim.

Görsel kanal anlamında ise sembollerin iletişim dünyasındaki yeri sandığımızdan çok daha büyüktür. Bunun farkında olan her türlü kişi ve kurum da ilk iş olarak hemen kişiliğini temsil ve algıda yer edinme için bir logo, sembol, amblem oluşturmaktadır.

İletişimin ABC'si

İletişim ve algılamanın temelinde yatan en önemli unsur ihtiyaçlar ve içinde bulunulan bağlamdır. Örneğin aynı belirsiz resme bakan aç veya tok insanların resimdeki belirsizliğe kendilerince yükledikleri anlam ve çıkardıkları sonuç değişmektedir. Aç olan sandviç görebilirken tok olan bir park resmi görebilmektedir. Bu olguları reklamcılar da efektif bir şekilde kullanmaktadır. Zaten mali durumu iyi olan bir ülkenin insanlarına hamburgeri hamburger olarak satamazsınız. Hamburgere anlam yüklemek gerekir. Özgürlük, gençlik, cinsellik vb. gibi. Böyle bakınca “Ateş seni çağırıyor!” sloganı daha anlamlı gelmedi mi size de ? 

İletişim ABC'si

Kitle iletişimi ve kitlelerin algılama biçimlerine ilişkin olarak toplumun içinde bulunduğu kültürel iklimin önemi  sanıldığından daha yüksektir. Bundan 50 yıl önceki ideal ABD’li veya Türk vatandaşı imajıyla şimdiki imajı birbirinden oldukça farklıdır. 1940’larda ABD’deki ideal tip Henry Ford gibi çalışkan, adım adım ilerleyen kişilerken; 1950-60’lardan itibaren bunun yerini doğuştan sanatçı olan Hollywood starları gibi kişiler almıştır. Aslında bu konuyla bağlantılı olarak ele alabileceğimiz ABD çıkışlı kısaca “SJW” diye bildiğiniz “Social Justice Warrior” yani sosyal adalet savaşçısı diye bir kavram daha var ancak bu kavram apayrı bir çalışmanın yapılmasını gerektirecek nitelikte olduğu için yalnızca bağlantılı olduğunu belirtmekle yetiniyorum. Twitter’la birlikte mutlaka duymuşsunuzdur. Çıkış noktası daha başka olsa dahi Twitter ve Reddit gibi platformlarda daha çok feminizm, medeni haklar, cinsel tercihler gibi konular ekseninde dönmektedir. Tabi gitgide bu durumların bir “linç kültürü”ne hizmet eder hale gelmesi korkutucu bir geleceğe de işaret ediyor. O nedenle fazlasıyla ilgiyi hak eden bir konu olduğunu tekrar vurgulamak gerek.

Sonuç olarak Oskay’ın bu eserde oldukça güzel bir iletişim, algılama, kitle iletişimi gibi temel konuları ele aldığını söyleyebiliriz. Kesinlikle yüzeysel bir eser değil fakat konuların “bam teli”ne ölçülü bir şekilde kısa ve öz olarak temas ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İletişim imkanlarının gelişmesine rağmen her geçen gün “gerçek ve sağlıklı iletişim”in azaldığı çağımızda durup bir nefes alıp böylesi bir eseri okumak herkese iyi gelecektir. Sevgi ve saygılarımla… 

Konuk Yazı: Enes ÖZBAY

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir