“Delilik Bir İnsan Olsaydı Nasıl Biri Olurdu?” – Desiderius Erasmus “Deliliğe Övgü” İncelemesi

 

15. yüzyıl Hümanizm döneminin en önemli kalemlerinden biri olan filozof Desiderius Erasmus, 1499 yılında Thomas More ile tanışması üzerine edebiyat ile daha da iç içe oldu ve More’un evinde bir kitap yazmaya başladı: “Deliliğe Övgü”. Hiciv tarzında olan bu kitap, tarihten ve mitolojiden birçok kişiyi yer yer yerip yer yer yüceltiyor. Kitabı eşsiz kılan ise Delilik’in ağzından anlatılıyor olması. Delilik bir insan, hem de bir kadın. Kadınlar, erkeklerden üstün olmalarını bana borçlular diyor. Erkeklere zevk veren ise benim diyor, yani deliliktir. Erasmus, kitapta insan yaşamının zıtlıklarından bahsediyor. İnsanı, tarihi, tanrıları ve oluşu eleştiriyor.

“O halde, ölümlülerin bütün yaşamı bir çeşit masaldan başka nedir, birilerinin, başka birilerinin maskelerini takarak sahneye çıktığı, yönetmenin sahneyi terk etmelerini emrettiği ana kadar herkesin kendine düşen rolü oynadığı bir çeşit masaldan? Yönetmen bir oyuncuya kostümünü değiştirip sahneye çıkmasını emreder, böylece demin mor giysileri içinde Kralı oynayan, az sonra paçavralar içinde bir köleciği oynar. Her şey bir gölgeden ibarettir, ama bu masalı oynamanın başka yolu yoktur.”

Desiderius Erasmus – Deliliğe Övgü

Bu sözler tanıdık geliyor olabilir, William Shakespeare’in ünlü sözü “All the world’s a stage, and all the men and women merely players: they have their exits and their entrances; and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.” yani “Dünya bir tiyatro sahnesi gibidir, herkes bu sahnede rolünü oynar, rolü bitince de bu sahneyi terk eder.” pek de orijinal gelmiyor olabilir artık.

Kendini hem kral hem de köle yapabilecek ve sahneye çıkınca insanları şaşırtacak tek bir kostüm yakıştırıyor Erasmus üzerine, bu da Delilik. Erasmus’un kendine yakıştırdığı tek rolün Delilik olması ise trajik yaşamının; genç yaşta annesini ve babasını kaybetmesi, veba salgını, manastır yaşamının baskısı üzerine pek de şaşırtıcı değil. Kederli insanların karşısına çıktığı anda onların yüzünde tebessüm oluşturmayı başarabilen Delilik, kitabın ilk satırlarında aynen şöyle diyor;

“Hem tanrıları hem de insanları neşelendiren tek varlık benim.”

Peki Delilik kim?

Babası ne Khaos (Yunan dünyasında karanlık boşluk) ne Saturnus ne de Ipateus (Tanrılardan ateşi çalıp insanlara armağan eden Prometheus’un babası). Hatta bu tanrılara “kokuşmuş” bile diyor Delilik. O, her şeyi altüst edebilecek güce sahip olan, savaşın, barışın, iktidarların ve evliliklerin sebebi Plutus’tur yani Zenginlik’in oğlu. Annesi ise perilerin en sevimli ve en neşelisi Neotes yani Gençlik. Delilik, Kutlular Adası’nda yani mitolojide kutlu ruhların sonsuz mutlulukla yaşadığı cennette doğdu. Onu emziren ise iki periydi; Biri Bacchus’un (Dionysus) kızı Sarhoşluk, diğeri ise gezginleri korkutan kırların koruyucusu Pan’ın kızı Cehalet. Deliliğin yoldaşları ise Kendini Beğenmişlik, Dalkavukluk, Tembellik, Kaçıklık, Uyku ve Haz. Evliliğe bizi ikna edenin ise Kaçıklık olduğunu savunuyor Delilik, Unutkanlık ise bir kez daha evlenmeyi göze alanların yoldaşı.

Sophokles’ten “Hiçbir şey bilmemek, ah ne güzel yaşam!” alıntısını yaparak çocukluk döneminde en keyifli zamanlarımızı yaşadığımızı, gençlikte ise Delilik sayesinde en güzel ve heyecanlı zamanlarımızı geçirdiğimizi dile getiriyor. Yaşlandıkça ise Delilik’ten uzaklaştığımız için yavaş yavaş canlılığımızı yitirdiğimizi söylüyor. Fakat Delilik yaşlılık için şunu diyor: “Onlara el uzatmamış olsaydım, çocukluklarına geri götürmeseydim, yaşlılık çekilir miydi? Yaşlıları Lethe’ye yani yoldaşlarından Unutkanlık’a götürüyor. Orada da zihinlerinin pası bir güzel siliniyor diyor. Cupid yani aşk tanrısından ise şöyle bahsediyor; “Neden hep çocuktur Cupido? Muzipliğinden, aklı başında bir şey yapmadığından.”. Venus’un hep güzel kalmasını ise kendiyle arkadaş olmasına borçlu olduğunu söylüyor.

Dostluk hakkında ise şöyle diyor; “Bir insanın kusurlarını görmezden gelmek, geçiştirmek ve göz yummak saf delilik değil de nedir?” Antik çağda çoğu düşünürün dediği gibi dostluk zorunluluk sonucu dostluktur ve karşılıklı iyi niyete dayanmaz. Aristoteles’in de bahsettiği üzere dostluk karşılıklı çıkara dayanır.

“İnsanların çoğu delidir, hayır şöyle demeliyiz, çeşitli şekillerde delirmeyen kimse yoktur.”

Delilik ölümlü insan hayatından ve neredeyse her şeyin anlamsızlığından bahsederken ikizi olarak bahsettiği Kendini Beğenmişlik’e de değiniyor.

“İnsanın kendini beğenmesi kadar delice bir şey olabilir mi?”

İnsan kendini beğenmez ise terbiyeli ve hoş davranışlarda bulunamaz diyor Delilik, müzisyenler sahnede sus pus kalır, şair değerini yitirir. Oysaki ne kadar önemlidir insanın kendini beğenmesi, başkalarının saygısını kazanmadan kendisinin saygısını kazanmak. Şunu da ekliyor, “Kendi gibi olmak istediğinde mutluluğun asıl özünü yakalar insan.” Kinayelerle kendini övmeyi başarıyor Delilik. Bilgeliğin akıl, deliliğin heyecanla yönetildiğini söylüyor. Minerva’nın yani Bilgelik tanrıçasının tam zıddı olduğunu savunurken deliliğin mi bilgelik, bilgeliğin mi delilik olduğunu karıştırıyor. Zaman zaman yerdiğini bir başka sayfada başka bir açıdan bakarak övüyor. İnsanlardan ölümlüler diye bahsederek ölümlülerden kendisini bilgeliğe kaptıranların mutluluktan uzaklaştıklarını söylüyor. Bunu ise insan olarak doğdukları halde tanrıların yaşamını sürmeye çalıştıkları şeklinde açıklıyor. Diğer yandan ise budalalık ve vahşi hayvanların içgüdüsüne yaklaşan insanların mutlu olduğunu savunuyor.

Kitabın son kısmında Delilik, insanları, meslekleri ve tanrıları bir kenara bırakıp Hristiyanlık hakkında konuşmaya başlıyor. Hristiyanlık’ın bir kesimini yerip bir kesimini ise övüyor. Dönemin Kilisesi için Erasmus düşüncelerini hem bu şekilde kinayelerle dile getirmiş, hem de insan yaşamını sorgulatarak sonsuzluk bahşeden bir eser olarak yerini almıştır.

“Alem benim hakkımda ne derse desin, en deliler arasında bile deliliğin kötü bir ünü olduğunu bilmez değilim; buna rağmen iddia ediyorum, ilahi gücüyle hem tanrıları hem de insanları neşelendiren tek varlık benim, sadece Ben.”

Yazı: Didenur Kazar